Hakikatin izinde, özgür topluma doğru (4) 2025-08-21 09:01:22   Kadın bilgisinin yok sayılmasına karşı enternasyonal dayanışma   Derya Ren    İSTANBUL - Kapitalist modernitenin kadını yaşamın tüm alanlarından soyutlaması ve yok saymasına karşı verilen ekofeminizim mücadelesine dair değerlendirmelerde bulunan Akademisyen Ecehan Balta, enternasyonalist mücadele ağlarının daha da güçlendirilmesi gerektiğini ifade etti.   Kapitalist modernitenin kadının nesneleştiren, ötekileştiren, rasyonalist ve bilim merkezli anlayışı doğa üzerinde kurduğu tahakkümü doğa talanını beraberinde getiriyor. Gerçekleşen bu doğa talanında kadınlar başta olmak üzere toplumun tamamı hedef alınırken, yürüttükleri savaşlar, inşa edilen devasa mega kentler ile eko kırımın yanı sıra kültürel kırımı da beraberinde getiriyor. Buna karşı kadının binlerce yıldır Kapitalist Modernite sistemine karşı korumaya çalıştığı bilgisini, korumaya ve bu koruma halini belli bir sistematiğe dönüştürmeye çalışıyor.   Dosyamızın bu bölümünde kapitalist sistemin kadının nesneleştirmesi, kadın bilgisini yok etmeye çalışması ve buna karşı gelişen ekofeminist direniş biçimlerine dair Akademisyen Ecehan Balta sorularımızı yanıtladı.   “Toplumsallıkta komünal bilginin küçümsenmesi, onu görünmez kıldı.”   Modernitenin rasyonalist-bilimsel yaklaşımıyla doğa ve kadın bilgisi arasında nasıl bir sömürgeleştirme ilişkisi kurulmuştur?   “Genevieve Lloyd’un ‘Erkek Akıl’ diye bir kitabı var. Bu da rasyonel akıl tartışmalarında önümüzü açmıştı. Ve o kitapta şu ön plana çıkıyor: modern toplumlarda rasyonalitenin erkeğe, duygusallığın da kadına atfedildiğini belirtiyor. Ve esas olarak patriyarka, kadınlar ve doğa üzerinde bilimsel bilgi aracılığıyla bir tahakküm aracı olarak gösteriliyor. Ben buna katılıyorum. Nereye bakarsan bak, kadınlar hâlâ duygusal olan; erkekler ise bilimsel, nesnel olanla ilişkilendirilir. Ve her zaman nesnel olan, diğerini bir nesne olarak görür. Üzerinde hâkimiyet kurabileceği bir alan olarak görür. Ona dışarıdan müdahalelerle kontrol altında tutabileceğini düşünür.   Antroposen mi, Kapitolosen mi diye yürüyen bir tartışma var. İnsanların doğa üzerindeki egemenliğini hangi kavramlarla tanımlamak gerekir, diye. Buna aynı zamanda toplumsal cinsiyet bağlamında bir bakış açısını tanımlayan bir terim eklemek gerektiğini düşünüyorum. Bu şimdi ne olur bilemiyorum, ‘patriyarkosen’ gibi bir şey olabilir. İnsanın doğa üzerinde egemenliği değil; erkek-sermayenin doğa üzerinde egemenliğinden bahsediyoruz.   Yani bu nesnellik algısı, doğayı ve onun içinde bir unsur olarak kadını da nesnelleştirerek, kontrol altında tutmaya çalışır. Bu aynı zamanda onu sömürmenin de araçlarından bir tanesi oluyor. Manipüle edebilirsen, kontrol edebilirsen, büyümesini şekillendirebilirsen ya da yok edebilirsen, bir sömürgeleştirme hakkı da elde etmiş oluyorsun. Dolayısıyla doğanın sömürgeleştirilmesiyle kadının sömürgeleştirilmesi çok paralel yürüyor. Bunun arka planında erkek aklının nesnel, bilimsel yaklaşımları ana araçlardan bir tanesidir.”   “Kadınların bu kadim bilgisi, erkeklerin zapt etmesi gereken şeylerden biriydi.”   *Modern bilimsel bilginin cinsiyetlendirilmiş karakterini nasıl tanımlarsınız? Kadın bilgisi neden ‘geçersiz’ sayılmıştır?   “Kadın bilgisi doğanın kadim bilgisidir. İnsan türünün tarihsel gelişiminden ötürü ağırlıklı olarak toplumsal emek dediğimiz emek, kadın emeği üzerinden kurgulanır. Tabii bu, tarihin farklı bir aşamasında farklılaşır. Örneğin kadınlar avcı mıydı, toplayıcı mıydı? Ya da ikisi birden miydi? Aynı şekilde erkek için de bu tahminler yapılıyor. Bu, antropolojinin yeteri kadar bu alanla ilgilenmediğini gösteriyor. Tarihsel bulgu olmamasından da kaynaklanıyor. Ama en son yapılan bazı araştırmalarda kadınlar hem avcı hem de toplayıcı roldeydiler. Dolayısıyla doğanın bilgisine de hâkimdiler.   Ama kırılma noktasından sonra kadınlar daha çok ağırlıkla toprağı işleme, doğal koşullarla mücadele etme ve toplumsal sorunları çözme sorumluluğunu almaya itildi. Aynı zamanda toplumsal ilişkileri düzenleme ve yeniden üretim emeği rolü de kadınların oldu. Yeniden üretim derken sadece hane içindeki emeği değil, aynı zamanda imece usulü çalışma, düğün ve cenazeleri planlama vs. gibi çok geniş bir yelpazeden bahsediyoruz. Bunlara toplumun ‘hayat bilgisi’ diyebiliriz.   Kadınların bu kadim bilgisi o kadar yönetici ve belirleyici bir unsurdu ki erkeklerin kadınlara açmış olduğu bu cinsiyetler savaşında temel olarak alt edilmesi, zapt edilmesi, kontrol altına alınması gereken şeylerden bir tanesi buydu. Bu da beraberinde ‘hayat bilgisi’nin küçümsenmesi ve değersizleştirilmesini, ücretli emek alanının dışına çıkarılmasını, görünmezleştirilmesini getirdi. Diğer yandan erkeklerin kazanmış olduğu üretim bilgisinin, para kazanmayla ilişkili bilginin yüceltilmesine neden oldu. Ve bilimi de buna hizmet ettirecek bir noktaya getirdiler.   Bilim, kapitalist üretim noktasında kâr elde etmeye, sermayeye ve paraya hizmet eden bir unsur hâline geldi. Dolayısıyla bilim, patriyarkanın alanında doğanın sömürülmesi işlevini görüyor.   Patriyarka, ‘Ben her şeyden daha üstünüm’ diyerek canlı-cansız tüm doğayı sömürüyor. Dolayısıyla kadının şu an geldiği durum ile nehrin, dağın, bir hayvanın durumu aynı kefeye konur hâle geliyor. Kadın bilgisinin geçersiz sayılması, pratikte farklı sonuçlara yol açıyor. Feminist ekonomi politikası açısından baktığımızda, bunlar üretime sıfır maliyetli etmenler olarak katılıyor. Hem kadın emeği hem de doğanın kendisi üretime sıfır maliyetle başlıyor. Bir taşa, toprağa, ağaca maliyet harcanmaz; onlar bir şekilde üretim sürecine girer. Çünkü doğanın sonsuz bir kaynak olduğu düşünülür. Doğa bu şekilde üretim sürecine dahil edilirken, kadın da aynı şekilde üretim sürecine dahil edilir. Bundan kaynaklı olarak doğa ve kadın, kâr elde etme sürecinde karşılıksız bir varoluş anlamı taşıdığı için değersizleştirilir. Bu nedenle kapitalist üretim tarzında, kadın ve doğanın kaderlerinin ortak olduğunu görebiliyoruz.   “Kâr odaklı kentleşme, kadınların yaşamını hem fiziksel hem de toplumsal olarak izole ediyor.”   *Kapitalist kentleşme ve mega projeler kadınların yaşam alanlarını nasıl dönüştürüyor ya da tehdit ediyor?   Kapitalist kentleşme modeli kârı esas alıyor. O yüzden kocaman gökdelenler yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir haritada en çok gökdelene sahip olan ülkenin Türkiye olduğu ortaya çıktı. Yaratılan kentsel ısı adaları altında iklim değişikliğini neredeyse günlük olarak hissetmeye başladık. Ama bu kâr odaklı kentleşme, yaşam alanlarını cinsiyetsiz ve sınıfsız mekânlar gibi tasarlıyor. Bu da doğrudan kadınların yaşamlarını göz ardı ediyor. Kadınların bakım emeğini zorlaştırıyor. Çok daha fazla zaman harcamalarına neden olurken, güvenlik algılarını da göz ardı ediyor. Kadınlar açısından güvenli kentler çok kritik bir mesele. Kentlerde kadınların güvenlik algısının çok daha düşük olduğunu biliyoruz. İstanbul, Ankara ve diğer büyük kentlerde gün ışığı yoksa, bu yerler kadınlar için tehlikeli hâle geliyor.   Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında güvenli kentler oluşturmak çok önemli bir mesele iken, bunun görmezden gelindiğini biliyoruz. Mega projeler, barajlar, havaalanları, otoyollar, kentsel dönüşümle yaratılan TOKİ’ler vs., kadınları yerinden eden ve toplumsal ağları parçalayan projeler oluyor. Kadınları hem ekonomik hem de toplumsal olarak izole ediyor. Kurulan dayanışma modellerini de parçalamış oluyor. Kent planlamasının toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde yapılması gerekiyor. Mega projelerin yapılmaması gerekiyor. Çünkü iklim değişikliğine etkisinden, toplumsal olarak izole eden, parçalayan çok ciddi boyutları var. Kapitalist kentleşme ve mega projeler, kadınlar açısından bir tür sosyal ölüm anlamı taşıyor.   “İklim krizi kadınları çok yönlü etkiliyor; gıdaya erişimden göçe, yalnızlaşmaya kadar.”   *İklim krizinin ve ekolojik yıkımın kadınlar üzerinde bıraktığı fiziksel, ekonomik ve duygusal etkiler hakkında ne söyleyebilirsiniz?   Orman yangınları, seller, tsunamiler, depremler… Bunların da iklim krizi ile ilişkilendiği boyutlar var. Aynı zamanda iklim krizi böylesi büyük doğa olaylarına neden oluyor. Kapitalist kentleşme kurgusu nedeniyle iklim krizi derinleşiyor. İklim krizi derinleştikçe doğa olaylarının şiddeti de artıyor. Bu sürece baktığımızda kadınların, çocukların, LGBT+ bireylerin bundan çok etkilenen gruplar olduğunu görüyoruz. İklim krizi ile birlikte suya veya gıdaya erişim güçleşiyor. Gıda güvenliği azalıyor. Bu noktada sorumluluk kadınların omuzlarında. Örneğin Afrika’da özellikle kadınlar çok uzun mesafelerden su ve yakacak taşımak gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Bu gittikçe yaygınlaşıyor. Ya da biyoçeşitlilik azalıyor; bunun yerine yeni şeyler bulmak gibi bir arayışa girmek de kadınların omuzlarında kalıyor. Tüm bunların yanı sıra iklim göçü ile karşı karşıyayız. Birleşmiş Milletler’in (BM) iddiasına göre 2050 yılına kadar 800 milyon insanın iklim nedeniyle göç edeceği ifade ediliyor. Tabii bunun daha fazla olma ihtimali de var. Bu iklim göçleri kadınları daha fazla zorlar. Tüm bunların yanı sıra duygusal etkileri de var. Toprağını, ağını, topluluğunu kaybetme gibi bir tarafı var. Orada erkeklerin biraz daha esnek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü kamusal alana daha fazla katıldıkları için kadınlar onlara göre daha hızlı yalnızlaşıyor.   “Kadınlar, doğayı yaşamın parçası gördüğü için mücadelede hep en öndeler.”   *Kadınlar doğa talanına ve yaşam alanı yıkımına karşı nasıl mücadele yöntemleri geliştiriyor? Yerel direnişlerde kadınların rolü nedir?   1996 yılından bu yana Türkiye’deki çeşitli ekoloji hareketleri ile çalıştım. O günden bugüne baktığımda kadınlar, doğa talanına karşı her zaman öncülük ediyor. Bunun nedeni, kadınların doğaya erkekler kadar yabancılaşmamış olması ve kendilerini doğanın bir parçası olarak görmelerinden kaynaklanıyor. Kadınların kültürel direniş biçimleri de çok önemli ve farklıdır. Bu da kadınları hem yaşam taşıyıcısı hem de doğa koruyucusu hâline getiriyor.   “Ekofeminizm, teori olmanın ötesinde kendi pratiğini üreten bir mücadele biçimi.”   *Tam da bu noktada Ekofeminizm bugün sadece teorik bir çerçeve mi, yoksa somut mücadele stratejileri üreten bir pratik mi?   Ekofeminizm ilk süreçlerde Alman ve Fransız feministler tarafından gündeme geliyor. Ancak onlar da Hindistan’dan öğreniyorlar. Oraya gidip geldikten sonra toplumsal yeniden üretim, kadının doğa ile kurduğu ilişkinin başka olduğunun farkına varıyorlar. Ekofeminizm şudur diyemeyiz. Çünkü toplum içerisinde değişen, dönüşen, gelişen bir kuramdan bahsediyoruz. 2009’dan bu yana Ekofeminizm üzerine okuyorum, konuşuyorum, yazıyorum. Bana “Ekofeminizm nedir?” diye sorarsanız buna bir cevabım yok. Çünkü her zaman erken olacağını düşünüyorum. Ekofeminizm, yeşil sömürgecilik sistemine karşı da bir cevap olacaktır. Bu sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada geçerli. Ekofeminizm yeni bir içerik üretecek ve derinleşecektir. Ekofeminizm’in bir reçetesi yok. Ekofeminizm en az teorik bir çerçevedir, ama aynı zamanda bir mücadele pratiğidir. Kendi teorisini yazan bir mücadele pratiğidir.   “Enternasyonalizm hâlâ eksik ama dayanışma potansiyeli büyüyor.”   *Tüm bunların yanı sıra Türkiye’deki kadın ekoloji hareketlerini küresel ekofeminist mücadelelerle nasıl ilişkilendiriyorsunuz?   Biz bu konuda çok zayıfız. Ama aslında dünya genelinde durum biraz böyle. 2000’li yılların başında “Dünya Kadın Yürüyüşü” diye bir dayanışma denemesi olmuştu. Hâlâ devam ediyor tabii. Karşılıklı deneyim aktarımları biraz sınırlı şekilde ilerliyor. Türkiye’de genel olarak enternasyonalizme farklı bir bakış açısı var. Biz enternasyonalizmi daha çok kendimizi anlatmak olarak ele alıyoruz. Başka ülkelerle birlikte ortak kapitalizme, patriyarkaya karşı mücadele etmek değil de, “herkes kendi savaşını yürütsün, sonra gelip nasıl yürüttüğümüzü konuşuruz” gibi bir algı var. Enternasyonalizmi daha organik bir formda düşünemiyoruz, tasarlayamıyoruz ve icra edemiyoruz. Türkiye’de bulunan kadın hareketleri de belki buna maluldür. Ama diğer taraftan bir çaba da var, dayanışmak anlamında. Yeni çalışmalarla ilişkiler daha da güçlenecek diye umut ediyorum.    “Kadın bilgisinin merkezileşmesi, erkek aklın mutlak bilgisini parçalamaktan geçiyor.”   *Toplumların yeniden doğayla uyumlu bir yaşama yönelmesi için kadın bilgisinin nasıl merkezileştirilmesi gerekir?   Kadın bilgisinin merkezileşmesi için patriyarkal bilme biçiminin ortadan kalkması gerekiyor. Bu kadar bilimselci-nesnelci bir bilme hali içerisinde kadın bilgisinin merkezileşmesi biraz zor. Ve bu sadece kadınların temsiliyetinin artmasıyla sağlanamaz. Kadınlara alternatif bilme biçimlerinin tanınması gerekir. Kadınların duygusal ve bilimsel bilgilerinin politikleştirilmesi ve topluluk temelli karar süreçlerine dahil edilmesi gerekiyor. Kadın bilme biçimi deneyime, sezgiye dayalı ve döngüseldir. Kadın zamanı, kadın bilme biçiminin deneyimsel, bilimsel, sezgisel yönlerinin de bu resme dahil edilmesi gerekir. Ama bunun çok uzağındayız. Bu temsiliyetle olacak bir durum değil, elbette temsiliyet de önemlidir. Ancak esas olan, erkek aklın oluşturduğu bilgiyi parçalayacak bir güce ulaşmaktır.   Onarıcı bir yaşam etiği üzerinden hareket etmek gerekiyor. Barış sürecinde ekolojik restorasyonun, biyoçeşitliliğin korunması için kadın kooperatiflerinin desteklenmesi gerekiyor. Eğer bunları yaparsak, kadın bilgisine daha fazla yer açabiliriz.    Yarın: Ulus-devlet karanlığına alternatif: Kadın özneli yeni toplum modeli