Yapay zekâ özgürlük mü, tutsaklık mı? 2025-09-05 09:01:41   Melike Aydın   İZMİR - Yapay zekânın insanlık için özgürlük mü yoksa yeni bir tutsaklık mı getireceği tartışılırken, TBMM Yapay Zeka Araştırma Komisyonu Üyesi Sevilay Çelenk, alanın erkek egemen yapısına dikkat çekerek “Bu alanda da feminist mücadele şart”dedi.   Teknolojiden gündelik yaşama, insan ilişkilerinden politikaya kadar yeni bir sürecin kapısının aralanması anlamına gelen yapay zeka sadece insan yaşamına dair değil, insanın binlerce yıllık felsefi mirasını da sarsıyor. Özgür irade, bilinç, etik, toplumsal eşitlik gibi kavramlar yapay zekânın ortaya çıkmasıyla yeniden masaya yatırılırken; kadın haklarından doğanın haklarına, bireysel özgürlüklerden insanlığın geleceğine kadar pek çok kırılmanın yaşanması bekleniyor.    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partili (DEM Parti) TBMM Yapay Zeka Araştırma Komisyonu üyesi, iletişim bilimci Sevilay Çelenk ile yapay zeka üzerine konuştuk.   “İnsan insandır, makine de makinadır. Yapay zekânın öğrenme kapasitesini ‘bilinç’ olarak adlandırmak isabetli olmayabilir.”   *Yapay zekâ bilinçli değil ancak bilinçli gibi davranabiliyor. Düşüncenin varlığın kanıtı olarak görüldüğü felsefi önerme bağlamında bu ne ifade ediyor? İnsan ve makine arasındaki fark nedir?   Her şeyden evvel yapay zekâyı belki de insanla karşılaştırarak düşünmek dışında başka bir kavrayışa oturtmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Evet, yapay zeka özellikle iyi yönlendirildiğinde ve yönetildiğinde adeta bir “bilinçlilik” ortaya koyuyor gibi gelebilir bize. Ancak karşı karşıya olduğumuz şey; insan tarafından üretilmiş bilgi, belge, veri, açıklama, grafik ya da görselleri kategorilere ayıran, seçen, analiz eden ve bu verilere ilişkin yorumlara da başvurarak öğrenen, yorum yapan, yönlendirmeler çerçevesinde yorumunu değiştiren bir “teknolojik kapasite”dir.   Nitekim yapay zeka basitçe; bilgisayarların ya da makinelerin verilerden öğrenerek insan benzeri zeka ve öğrenme yetenekleri sergilemesini sağlayan bir teknoloji, bilim ve mühendislik alanı olarak tarif edilir. Bu tarifte yapay zekânın verilerden öğrenerek problem çözme, dil anlama, görsel tanıma gibi görevleri gerçekleştirebileceği ifade edilir.   Kısacası bir öğrenme söz konusu tabii ama bu yine de “tıpkı insan gibi” değil, ancak “insan benzeri” diye adlandırabileceğimiz bir öğrenmedir. İnsanla kıyas kabul etmez bir hızda ve üretkenlikte “öğreniyor” olması ya da daha az hata yapıyor olması da onu insanla özdeşleştirmeyi gerektirmez. İnsan insandır, makine de makinadır. Makinaların ve teknolojinin insan bedeninin ve bilincinin uzantıları olması ve insanın bilincinin, hatta bedeninin makineler ve teknoloji aracılığıyla değişiyor olduğu gerçeği de bunu değiştirmez. Bu yüzden de yapay zekânın öğrenme, yorumlama ya da değerlendirme kapasitesini “bilinç” olarak adlandırmak gerekli ya da isabetli olmayabilir.   Yapay zeka hatalı bir sonuç ürettiğinde “üzgünüm” diyebilir ama bu esasen bir hissiyata tekabül etmez. Verimi düşmez ya da çok mahcup oluyor gibi davransa da yapay zeka mahcubiyet duymaz. Hata yaptığı için toplumun dışına düşmez... En azından şimdilik bu böyle. Gelgelelim, artan biçimde yapay zekâya bağımlı bir düşünme ve öğrenme pratiği seçtiğimizde bizim de bu hasletleri daha ne kadar koruyacağımız sorgulanabilir. Pek kimsenin hatalarıyla yüzleşmesini gerektirecek biçimde “mahcubiyet” yaşamadığını düşündüğümüzde, insana ilişkin kabullerimizi de olduğu gibi sürdüremeyebiliriz.   Kısacası, insan ve yapay zekâyı birbirine indirgemeden düşünmek için çok daha fazla neden var.   “Algoritmalar sınırlandırıyor ve bu anlamda özgürleştirici bir potansiyelden söz etmek zor görünüyor.”   *İnsanlar algoritmaların önerilerine daha çok güvenmeye başladıkça, kendi kararlarını verme kapasiteleri nasıl etkileniyor? Bu özgürleştirici bir potansiyel içeriyor mu?   Evet, algoritmaların karar verme ve seçim yapma kapasitemizi çeşitli biçimlerde etkileme ihtimali var, bu kaçınılmaz. Google gibi arama motorları, daha neredeyse biz bir şeye bakmaya niyet ettiğimizde bile önümüze çeşitli seçenekler getiriyor. Bir alışveriş yapmaya ya da belirli bir konudaki haberleri incelemeye niyet ettiğimizde de bu durumla karşılaşıyoruz. Genellikle farkında bile olmaksızın karşılaştığımız bu seçeneklere takılıyoruz ve seçimlerimizi bunlar arasından yapıyoruz. Bunun çok yönlü etkisi var. Hatırlarsanız Google’ın bir algoritma değişikliği, alternatif haber mecralarının bir kısmını yaşayamaz hale getirmişti. Çünkü aramalarda çıkmıyorlardı ve reklam geliri elde etme imkânları kalmıyordu. Kısacası algoritmalar sınırlandırıyor ve bu anlamda özgürleştirici bir potansiyelden söz etmek zor görünüyor.   Bilimsel bir çalışma için araştırma yaptığınızda da yine algoritmik önyargılarla karşılaşırsınız. Örneğin Google Scholar ya da Web of Science, Scopus gibi arama motorlarının arama sınıflandırmalarından yararlanması şeffaf değildir. Yayın sayısı fazla olan dergilere veya yüksek atıf alan makalelere daha önce ulaşırsınız. Bu da kimi yeni ama önemli çalışmaların arama motorlarına adeta gömülmesi anlamına gelir. Bunun gibi, İngilizce dışındaki dillerdeki literatür de geri planda kalır.   Bütün bu nedenlerle, kendi çalışma alanlarımla ilişkili olarak baktığımda akademik çalışmaların gerek bu algoritmalar nedeniyle gerekse genel olarak yapay zeka imkân ve teknolojileriyle muazzam biçimde dönüşeceğini ve etkileneceğini söylemek güç değil. Bu anlamda bana en tehditkâr gelen şey bu. Akademik ve hatta edebi alanda özgün fikir, özgün üretim giderek tespit edilemez hale gelebilir.   Belki şimdi bir makale okuduğumuzda ya da bir denemeye rastladığımızda kolaylıkla bunun yapay zeka mahsulü olduğunu anlayabiliyoruz. Bunu tespit etmeye yarayan programlar da mevcut. Ancak ustalıklı kullanımlarda gerçekten özgün fikirleri intihallerden ve yapay zeka üretimlerinden ayırt etmek çok güçleşebilir. Ya da siyaset alanında, bir noktadan sonra aynı konudaki bütün değerlendirme ve konuşmalarda aynı algoritmanın öncelikli olarak seçip önümüze getirdikleriyle karşı karşıya kalınabilir.     Her şeyden evvel, yapay zekânın yazı, makale, konuşma metni vb. için kullanımı kaçınılmaz bir düşünce tembelliğine de yol açabilir. Çünkü her şey o denli vasata endekslenmiş ve gerek akademide gerek siyasette bir yandan nitelik, bir yandan beklenti o kadar düşmüş ki; zaten bu algoritmik ortalamalardan sapan eleştirel bir akıl sırf bu nedenle bile nefret nesnesine dönüşebiliyor.   Nitekim, Arthur Schopenhauer’e atfedilen bir tespit var: “Sürünün en çok nefret ettiği şey, farklı düşünen bir insandır. Sürü aslında onun görüşünden nefret etmez; ancak bu kişinin kendi başına farklı düşünme cesaretine sahip olmasını sevmez. Bu, sürünün tam olarak anlayamadığı bir şeydir” der.   Bu anlamda vasata rağbet etmeyi ve akıldan kaçışı teşvik ettiği ya da bu yöndeki mevcut eğilimi pekiştirdiği müddetçe yapay zekânın özgürlükçü olduğunu söylemek zor. Fakat tersini söylemek de, yani bir genelleme yapmak da doğru değil. Yapay zekâyı özgürlükçü, özgürlüklere önem veren biri ile sorgulama yetisi zayıf ve itaatkâr birinin kullanımlarında farklılıklar olabileceğini öngörebiliriz. Özgürlükçülük bağlamında sonuçlar da bu çerçevede farklı olacaktır.   Tabii her birimiz yapay zekâyı kendi çalışma alanlarımızla ilgili değerlendiriyoruz. Ben bir yandan akademik alana, bir yandan siyasete olan etkisi çerçevesinde düşünmeye ve değerlendirmeye meyilliyim. Ancak tarımda, tıpta, denizcilikte akla gelebilecek her yerde yapay zeka kullanılıyor.   Buralarda yine algoritmalar sınırlandırsa bile özellikle AI sistemlerinin kullanımının avantajları belki daha yüksek olabilir. Sözgelimi tarımda bu teknolojiler sayesinde toprak analizi ve verimlilik tahmini yapılabildiğini biliyorum. Yapay zeka, sensörlerden gelen nem, pH, besin değerleri gibi verileri işleyerek çiftçiye hangi alana hangi gübrenin veya suyun gerektiğini söyleyebiliyor. Yine yapay zeka, ekim zamanı ve hangi zamanda hangi ürünün ekilebileceği bilgisini geçmiş yıllar analiziyle daha sağlıklı verebiliyor.   Balıkçılıkta da akıllı ağlar optimum verim sağlayabiliyor. AI destekli sistemlerin hangi bölgede avlanmanın daha verimli ve sürdürülebilir olduğunu tespit edebildiğini de biliyoruz.   “Hayatın anlamı, insanın ona verdiği anlamdır ve bu başkalarıyla paylaşıldığında en güçlü halini buluyor.”   *İnsan anlam arayan, anlam oluşturan bir varlık. Yapay zekânın bu arayışa etkisi nedir? Zayıflatıyor mu, yeni bir form mu kazandırıyor?   Bana kalırsa insanın anlam arayışının asli ya da vazgeçilmez olduğunu düşünmek için pek de bir kanıtın olmadığı tuhaf bir zamanda yaşıyoruz. En başta böyle bir şerh koymak isterim. Her gün maruz kaldığımız akıl almaz biçimde sorumsuz, ötekine ve ötekinin hukukuna ihtimam göstermeyen tutumlara ve bu tutumların olağanüstü yaygınlığına bakılırsa, pek çok kişinin varoluşsal manada bir “anlam” derdinin olduğunu söylemek de güç gibi geliyor bana.   Elbette her şeye rağmen herkesin kendi meşrebince bir anlam arayışı, anlamlı bir şey yapmak ve arkasında anlamlı bir iz bırakmak gibi bir derdinin olduğunu varsayabiliriz. Çünkü sıklıkla “hayatın anlamı” diye bir şeyden söz edilir. Yapay zekânın anlam arayışı yönündeki çabaları da eldeki veriler çerçevesinde gerçekleşeceği düşünülürse, bu anlamı ortak duyuda kimileri buna “sağduyu” diyecektir, nihayete erdirme gibi bir yönü de olabilir.   Yine de sorunuzu yanıtlarken yapay zekâya da “Hayatın anlamı nedir?” diye soralım. İşte, varoluşçuluktan stoacılığa, Hristiyanlıktan Yahudiliğe uzun bir cevap hazırladı. “Tamam Heval, bunları bir tarafa bıraktığında bir yapay zeka olarak sence hayatın anlamı nedir?” diye devam edelim bakalım.   Aslında gördüğünüz gibi cevap oldukça iyi. “Heval” diyor yapay zeka, “Bir yapay zeka olarak ben acı, sevinç, ölüm ya da sevgi gibi şeyleri insanın yaşadığı derinlikte deneyimlemiyorum. O yüzden ‘hayatın anlamı’ benim için varoluşsal bir mesele değil. Benim ‘yapay zeka gözüyle’ söyleyebileceğim en dürüst cevap şu olur: Hayatın anlamı, insanın ona verdiği anlamdır ve bu başkalarıyla paylaşıldığında en güçlü halini buluyor.”   Bakın, bu noktada yapay zeka son olarak kendisi için anlamla insan için anlam arasındaki farkı insanın ölümlülüğünde temellendiriyor. İnsanın öleceğini bilmesinin hayatına bir aciliyet ve derinlik kattığını söylüyor. İnsanın sevinç, acı, aşk, kayıp, umut gibi duygularının anlam arayışının merkezinde olduğunu belirtiyor. Bu çerçevede de kendisi için anlamın, insanlar tarafından tasarlanmış olduğu için insanın ürettiği anlamı yansıtmakla sınırlı olduğunu, kendi anlamını inşa etmediğini, insanın aradığı, kurduğu ve yaşadığı anlamı yansıttığını ve çeşitlendirdiğini söylüyor.   İnsanların aşk mektuplarını, başsağlığı dileklerini, kutlamalarını ya da belirli bir olaya ilişkin düşüncelerini bile yapay zekâya tasarlattığı, tasarlatabileceği bir dünyada yaşıyoruz. Dolayısıyla böyle giderse insan bakımından da deneyimlerden anlam üretmenin sınırlanması söz konusu olabilir. Yapay zekânın tanımladığı “yansıtmadan ibaret olma” bu bağlamda bir sınırlılık.   Fakat yapay zeka deneyimi zayıflatıyor, sığlaştırıyor diyebilir miyiz? Yapay zekâ ile şu yaptığım anlam sohbeti bile ilginç değil mi? Yapay zekânın ortalama bir insandan milyon kez daha çok “okuduğunu” ve “izlediğini” düşündüğümüzde, ondan yansıyanla dar çevre deneyimlerinden temellenen anlamın hangisinin daha derinlikli olduğunu da yeniden düşünmek gerekir.   Görüyorsunuz, sizi cevaplarken bile yapay zeka ile ilişkili kesinliklerle konuşamıyorum. Yapay zeka şaşırtıcı bir kapasite.   “Yapay zekâya sorumluluk devredilirse, insanlık ‘insanlığını’ kaybetmiş olur.”   *Yapay zekâ eğer etik sorumluluk taşımazsa ve insanlar da ona sorumluluklarını devrederse, insanlık neyi kaybetmiş olur? Bunun sonuçları ne olabilir?   “İnsanlığını” kaybetmiş olur sanırım. Buna daha uzun bir cevap aramaya çalışmak gereksiz. Bir hekimin etik sorumluluğunu tümden yapay zekâya devrettiğini düşünemiyorum. Bir makinistin, bir pilotun tüm sorumluluğu yapay zekâya bıraktığı, etik sorumluluk hissetmediği bir dünya düşünemiyorum. Diyebilirsiniz ki pek çok kişi zaten sonsuz bir sorumsuzlukla davranıyor. İşte, her alanda her gün patlak veren skandallar da bunu gösteriyor. Ama yine de bunların istisnai olduğunu düşünmek isteriz hep; istisnai olacağını umut ederiz. Böyle işte. Bir hekimin bir ameliyatı gözetimsiz bir biçimde AI teknolojilerinin yönetimine terk edebileceğini düşünmek ürkütücü geliyor bana.   “Alan erkek egemen oldukça, yapay zekâ da bu iktidarı yeniden üretmeye meyilli olacaktır.”   *Yapay zekânın cinsiyeti yok dense de bu böyle midir? Yapay zeka sistemleri gerçekten tarafsız mı, yoksa toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini yeniden mi üretiyor? Yapay zekâ sistemlerinin etik ilkeleri belirlenirken kadınların, feminist kadın özgürlükçülerin ne kadar sözü geçiyor?   AI sistemleri, dolaşımda olan bilgi, belge, düşünce, deneyim ve yorum çeşitliliği içinde çalışıyor. Bu birikimin ve bu bilginin üretiminde eril düşünce ve deneyim ne kadar belirleyici ise yapay zeka da o ölçüde bu deneyim ve düşüncenin iktidarını yeniden üretmeye meyilli olacaktır. Tıp alanında, sanat alanında, mühendislikte oluşturulan bilgi ve deneyim birikimi ağırlıklı olarak bu alanlardaki erkek istihdamıyla ve erkek bakış açısıyla oluşturuluyorsa, cinsiyet eşitlikçi bir işleyişin bu alanlara hâkim olmasını beklemek de güçtür.   Bugün örneğin Türkiye’de birçok alanda AI sistemleri ve teknolojileri yaygınlaşırken henüz yapay zeka teknolojilerinin kullanımının çerçevesini tanımlayan mevzuatın hazırlanmasında, bu alanda uyulması gereken kuralların ya da profesyonel kodların geliştirilmesinde, yapay zekâ teknolojilerinin insan odaklı olmasında, yurttaş yararını öncelemesinde ve kamusal sorumlulukla hayata dahil edilmesinde pek yol alınmış değil.   TBMM’de bir yapay zeka araştırma ve inceleme komisyonu kuruldu ve komisyon, inceleme araştırma çalışmalarını tamamlayarak rapor hazırlama aşamasına geçti. Ben de bu komisyonda yer aldım. Umuyoruz ki bu rapor sözünü ettiğim sorumlulukları önceleyen bir yaklaşıma sahip olsun. Ancak ne Türkiye’de ne de genel olarak dünyada kadınların ya da feministlerin, bir teknolojik kapasite ya da bir bilim alanı olarak yapay zekânın şekillenmesinde, geleceğinin belirlenmesinde söz sahibi olabildiğini sanmıyorum.   Bizim komisyonda da ağırlıklı olarak erkekleri dinledik. Alanın uzmanları da bürokratları da çoğunlukla erkek. Bunun değişmesi, alana tek başına cinsiyet eşitlikçi bir perspektif getirmeyebilir ama önemli bir katkı olur. Ancak görünen o ki bunun için de mücadele, feminist mücadele şart.