Tülay Hatimoğulları: Hakikatin meşalesini yeniden yakmak üzere yola koyulduk 2025-12-25 11:11:21   AMED - Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu’nun 1’inci Olağan Kongresi’nde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, “Bizler Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yaşayanlar olarak barış ve demokrasi yolunda hakikatin meşalesini yeniden yakmak üzere yola koyulduk” dedi.   Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu, “Demokratik İslam’da barış ve demokratik topluma doğru” şiarıyla Çand Amed’de 1’inci Olağan Kongresi’ni gerçekleştirdi. Kongreye, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, din âlimleri ve birçok sivil toplum örgütü katıldı.   Kongre, özgürlük mücadelesinde yaşamını yitirenler adına saygı duruşuyla başladı. Ardından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kongreye gönderdiği mesaj okundu. Mesajdan sonra divanda yer alan Demokratik Birlik İnisiyatifi üyesi Diba Keskin, herkesi selamlayarak kongrenin önemine değindi.   Demokratik zemin   Söz alan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, bazı örgütlerin siyasal İslam’ın arkasına sığınarak katliam yaptıklarını belirterek, “Bölgemizde, özellikle yanı başımızda son yıllarda siyasal İslam’ın yaratmış olduğu negatifliklerle karşı karşıyayız. Bugün IŞİD, El Nusra, El Kaide ve onun uzantısı olan örgütler, Nijerya’da Boko Haram gibi örgütler siyasal İslam’ın arkasına sığınarak kardeş kanı döküyor. Kadınları, çocukları kaçırıyorlar. Yanı başımızdaki Suriye’de IŞİD’in neler ettiğine hep birlikte tanıklık ettik. İşte bunu ters yüz etmemiz gerekiyor. İslam’ın en önemli değerlerinin içini boşaltan bu örgütlenmelere karşı güçlü bir şekilde demokratik İslam çizgisinde buluşulması çok önemli. İslam’ın kendi değerleriyle demokratik bir zeminde buluşturulması çok önemli. Sizlerin yaptığı bu çalışma sadece Türkiye’nin, Kürdistan coğrafyasının, Mezopotamya’nın değil; bütün İslam coğrafyasının, İslam inancına sahip olan her kesimin yürekten ihtiyaç duyduğu bir çalışmadır. Bu anlamıyla son derece önemlidir” dedi.   ‘Mücadeleyi 21’inci yüzyılın Muaviyelerine karşı birlikte vermeliyiz’   Tülay Hatimoğulları, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısıyla birlikte batılı hak olarak laf edenlere karşı çok güçlü bir yanıtı hep birlikte verebileceklerini aktararak, “Hz. Muhammed (SAV) bir hadisi şerifinde şöyle der: ‘Ben nefsime zulmü haram ettim. Onu sizin aranızda da haram ettim. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin.’ Öyleyse bu coğrafyayı zulümden kurtaralım. Ve bakın, Muaviye’ye karşı geçmiş dönemde tarihte verilen mücadeleye. Ne yazık ki 21’inci yüzyılın Muaviyeleri ile karşı karşıyayız. Aynı mücadeleyi 21’inci yüzyılın Muaviyelerine karşı hep birlikte vermeliyiz. Sayın Abdullah Öcalan’ın yapmış olduğu Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, bu mantığın ve fikrin buluştuğu çağrının ta kendisidir. Bu coğrafyanın ihtiyaç duyduğu gerçekliğin ta kendisidir. Bizler bu çağrıyla birlikte batılı hak olarak laf edenlere karşı çok güçlü bir yanıtı hep beraber verebiliriz. Müminin yegâne amacı adaleti kendinde başlatmaktır; aynı zamanda kendindeki adaleti bir toplumsal adalete dönüştürmek ve toplumsal adaletin inşacısı olmaktır” dedi.   ‘Demokratik toplumu her alanda inşa etme sorumluluğumuz var’   Kürt sorununun sadece yüzleşilmesi gereken bir konu değil, aynı zamanda çözülmesi de gereken bir sorun olduğunun altını çizen Tülay Hatimoğulları, “Sayın Öcalan’ın çağrısından da anlaşılacağı gibi, bizlerin demokratik bir toplumu her alanda inşa etme gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. Demokratik İslam çizgisinin inşasını, güçlenmesini ve toplumda zuhur etmesini sağlamak çok kıymetli ve değerlidir. Bunun bütün kapılarını ardına kadar açmak hepimizin görevi ve sorumluluğudur. Kürt sorunu, bu ülkenin kadim sorunudur, hakiki bir meselesidir. Herkesin yüzleşmesi gereken bir meseledir. Sadece yüzleşmemiz değil, çözmemiz gereken bir meseledir. Bu sürecin ikinci aşamasında, Sayın Öcalan’ın da ifade ettiği gibi, hukuki adımların, barış ve demokrasi yasalarının yapılması gereken bir süreçten geçiyoruz. Bu konuda hepimize görev ve sorumluluklar düştüğünün farkındayız. Bizler biliyoruz ki bugün Türkiye’de tesis edilecek bir barış, aynı zamanda Suriye’deki bütün kardeşlerimizin barışının kapısını açacak, buna destek olacaktır. Bugün ne yazık ki Suriye’de Alevi kardeşlerimiz katlediliyor, Dürzi kardeşlerimiz katlediliyor. Kürt kardeşlerimizin orada ademimerkeziyetçi bir anlayışla, kadın özgürlükçü bir anlayışla, bütün farklı halkların ve inançların ortak yönetim modelini oluşturan bir anlayışla varlık göstermeleri hem Suriye halkları için hem de Ortadoğu halkları için çok büyük bir şanstır. Bu şans çok iyi değerlendirilmeli, herkes tarafından” dedi.   ‘Bu sistem kesinlikle değişmeli!’   Tülay Hatimoğulları, demokratik İslam çizgisinin bu toprakların sorunlarının çözümüne ışık tutacağını söyleyerek, “Demokratik İslam çizgisinin bu topraklarda güçlenmesini sağlayarak, aynı zamanda bu toprakların kadim sorunlarının çözümüne de ışık tutacağımıza inanıyorum. Kadın cinayeti, kadına yönelik şiddet, çocuğa şiddet ve istismar… Hiçbir din bunları kabul etmez. Uyuşturucu kullanımı… Hiçbir din bunu kabul etmez. Açlık ve yoksulluk… Hiçbir din bunu kabul etmez. Peygamber Efendimizin en bilinen sözlerinden biri şudur: ‘Komşusu açken yatan bizden değildir.’ Sadece kendi kapı komşunu kastetmez; aynı zamanda bir sistemi kasteder. Bu sistem kesinlikle değişmeli ve müminler zulme karşı mutlaka direnmeli. Oysa mevcut iktidar yine siyasal İslam’ı kullanarak, ‘Mümin sabreder’ diyor. Bizler çektiğimiz acılara elbette sabrederiz. Ancak çektiğimiz açlığı kaderimiz olarak görmek ve buna karşı sabretmek istemeyiz. Mücadele etmek, örgütlenmek ve bu sistemi kesinlikle değiştirmek isteriz” dedi.   ‘Din bezirganlığına bu coğrafyada kesinlikle izin vermemeliyiz’   Tülay Hatimoğulları konuşmasına şöyle devam etti: “Din bezirganları din kardeşliğini istismar etmektedir. Din bezirganlığına bu coğrafyada kesinlikle izin vermemeliyiz. Elbette din kardeşliği önemli, aynı zamanda coğrafya kardeşliği de önemlidir. İbn-i Haldun’un söylediği gibi, evet, coğrafya kaderdir. Kendi coğrafyamızda Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkes, Sünni, Alevi, Hristiyan, Êzidî hep birlikte barış ve kardeşlik içinde yaşamak gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. Bunu tesis etmek durumundayız. Elbette bizler bunun mücadelesini yürütürken şunların altını da özellikle çizmeliyiz: Kürtler anadilinde özgürce ibadet edebilmeli bu topraklarda. Kürtler kamusal alanda Kürtçe Kur’an okuyabilmeli, Kürtçe vaaz verebilmelidir. Ölüye saygı gösterilmelidir bu topraklarda. Ama ne yazık ki mevcut olan siyasal İslam’la bezenmiş bu devlet anlayışı bunu yapmıyor. Cenazelerimizin toprakla buluşmasını engelliyor. İmama, ‘Sen bunun duasını okuyamazsın, namazını kılamazsın’ diyor. Cenaze aracı vermiyor. Cenazelerimize müdahale ediyor. Bu kabul edilemez. Ölüye saygı her şeyden önce gelir. Özellikle İslami değerleri savunanlar ve bu topraklarda yaşayanlar hep şuna inanırız: Bir cenazenin bedeninin toprakla buluşması çok önemli bir şeydir. Bizim o insana karşı yapacağımız en önemli son görevimizdir. Fakat ne yazık ki ölüye de saygı gösterilmiyor. Cenazelere müdahalelerden, taziyelere müdahalelerden vazgeçilmesinin çağrısını yapıyoruz buradan.   Yoksulluk dini bir emir ve kader değildir   Bizler biliyoruz ki gerçek anlamda bir barışı, gerçek anlamda bir adaleti tesis etmenin yolu eşit yurttaşlık hakkının hukuki zemininin oluşmasından geçer. Adil gelir dağılımından geçer. Cinsiyet eşitliğinden geçer. İnsan ve doğa için adaletten geçer. Burada, izninizle, Türkiye sosyalist hareketinin önemli teorisyenlerinden biri olan Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın 1957’de İstanbul Eyüp Sultan Camii’nde cemaate seslenirken verdiği birkaç mesajı paylaşmak isterim sizinle: ‘Erken İslam’ın tarihsel rolünü devrimci, komüncü bir çerçevede ele almalıyız. Din, tarihte egemen sınıflar ve burjuvazi tarafından, saraylar ve saltanatlar tarafından negatif bir şekilde kullanılmış, yozlaştırılmış, din bezirganları ortaya çıkmıştır. Yoksulluk dini bir emir değildir. Kader değildir. Bunun nedeni adil olmayan sömürgeci kapitalist bir sistemden doğar, sömürgecilikten doğar. Buna karşı birlikte gücümüzü kuşanmamız, örgütlenmemiz ve mücadele etmemiz gerekir. Yepyeni, adil bir nizamı hep beraber tesis etmeliyiz.   Sözlerime son verirken şunu hatırlatmak istiyorum: Tarihte Spartaküsler köleciliğe karşı mücadele etti. Demirci Kawalar zalim Dehaklara karşı… İsa’lar çarmıha gerildi ama geri adım atmadı. Hüseyin’ler Kerbela’da direndi. Rosa’lar, Şirin’ler, Sakine’ler, Seve’ler, Pakize’ler erkek devlet ve sermaye sistemine karşı mücadele etti. Rojava’da kadınlar IŞİD’in zulmüne karşı mücadele etti ve bütün dünyaya örnek olan bir direnişi tarihe altın harflerle yazdılar. Selam olsun buradan direnen ve örnek olan bütün Rojavalı kadınlara.   Kürt’ün anadili için verdiği mücadele haktır   Yine Hazreti Muhammed der ki:’Zulme karşı direnmeyen benim ümmetimden değildir.’ Zulme karşı direnmek haktır. Adalet talep etmek haktır. Barış talep etmek haktır. Eşitlik, kardeşlik, özgür bir yaşam talep etmek haktır. Doğayı korumak için verilen mücadele haktır. Kürt’ün anadili için verdiği mücadele haktır. Bizlerin hep birlikte barış ve demokratik toplumun inşasındaki mücadelesi haktır. Bizler Anadolu ve Mezopotamya topraklarında yaşayanlar olarak barış ve demokrasi yolunda hakikatin meşalesini yeniden yakmak üzere yola koyulduk. Yapacağınız çalışmaların bu meşaleyi daha da büyütmekte ve etrafımızı, bütün toplumu aydınlatmakta başarılı olmasını diliyorum. Kongrenizi bir kez daha tebrik ediyorum.”   Değerlerin araçsallaştırılması   Ardından konuşan Hüda Kaya, ayetlerin, sloganların, duaların ve buna benzer birçok unsurun yönetim tekniği hâline getirildiğini belirterek, “Binlerce yıldır kutsallar adına büyük savaşlar, trajediler yaşandı. Ne yazık ki nice zamanlar ayetler, sloganlar, dualar, gösteriler, inançlar yönetim tekniği yapıldı. Yine bu durum kutsal hakları ezen, sömüren, korku üreten, büyüten bir araca dönüştürüldü. Bunun bedelini de en çok yoksullar, kadınlar, çocuklar, sürgünler ve ötekileştirilen halklar ödedi. Ama 21’inci yüzyılda inançların doğduğu bu topraklarda bir ses yükseliyor: Toplumların kaderi artık savaşa, trajedilere mahkûm olmasın; inanç zulme bahane edilmesin. Çünkü bir inanç kökünden, esprisinden, ruhundan, yani ahlaki temelinden koparıldığında o inancın yozlaşması kaçınılmaz olur” dedi.   ‘Demokratik İslam, bir etiket değil, ahlak iddiasıdır’   Hüda Kaya, gerçekleştirilen tüm bu saldırılara karşı dini ahlakı ve adaleti yeniden aynı cümlede buluşturmak için bir araya geldiklerini ifade ederek, “Biz bugün burada tam da buna itiraz etmek için, dini ahlakı ve adaleti yeniden aynı cümlede buluşturmak için bir aradayız. Demokratik İslam dediğimiz şey bir ‘etiket’ değil, bir ‘ahlak’ iddiasıdır. İslam’ın özü, birbirinin ötekine üstünlüğünü ilan etmek değildir; öz emanet bilincidir, insan onurudur, kul hakkıdır, dilin doğruluğudur, gücün sınırlandırılmasıdır ve adaletin herkese eşit işlemesidir” diye konuştu.   Anlamından saptırılmış ‘barış’   Barışın konuşulduğu mevcut süreçte, barışın anlamını saptıran ve yanlış tutumların sergilendiğini söyleyen Hüda Kaya, “Yine barışı konuştuğumuz bu süreçte barış yalnızca bir siyasi gündem maddesi değildir. Barış, her şeyden önce ahlaki bir yükümlülüktür. Çünkü savaşın en büyük günahı, insan hayatını ‘sayıya’ indirgemesidir. Barış susmak değil, hakikati konuşmaktır. Barış unutmak değil, adaletle hatırlamaktır. Bu yüzden barışın dili iki şeye aynı anda sadık kalmalıdır: Bunlardan birincisi hakikate, ikincisi ise merhamete sadık kalmaktır. Özellikle Kürt meselesi bağlamında yeniden bir barış ihtimali konuşuluyor. Kurumsal ve siyasi zeminine dair tartışmalar devam ediyor. Komisyonların çalışma sürelerinin uzaması gibi adımlar kamuoyuna yansıyor. Ve aynı anda şunu da görüyoruz ki barış ilerlerken bile bunu daraltan, meseleyi sadece ‘güvenlik’ başlığına sıkıştıran tutumlar sergileniyor. Bu tutumlar yanlıştır” diye aktardı.   ‘Sorunlar, adalet parantezine alınarak çözülebilir’   Hüda Kaya, son olarak şunları söyledi: “Burada çok net olmalıyız; Kürt meselesi bir ‘etiket’ meselesi değildir. Burada var olan bir halkın dili, kimliği, yerel demokrasi talepleri, eşit yurttaşlık hakları sorunu güvenlik parantezine alınarak çözümlenemez. Bunlar adalet parantezine alınarak çözülebilir.”   Konuşmaların ardından yapılan seçimlerde federasyonun eşbaşkanlığına Abdullah Sağır ile Perva İnal seçildi.