
Kuşakların barış mücadelesi (1)
- 09:01 5 Mayıs 2025
- Dosya
Misyonumuz barışı toplumun gündemine taşımak
Rozerin Gültekin
İSTANBUL - “Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi”nde 1’inci kuşak olarak yer alan Mukaddes Erdoğdu, “Barış mücadelesi, bu toplumdaki en siyasi talep. Bu siyaseti yürütmek, hiçbir şekilde ne demokrasi mücadelesinden kopuk, ne işçi mücadelesinden kopuk, ne de köylü hareketinden kopuktur. Kadınlar barışı kendine görev edindi. Kadınsız barış olmaz. 2013-15'ten bir özeleştiri çıkarmıştık. Biz o zaman bu projeyi toplumsallaştıramadık. Bizim misyonumuz, barışı toplumun gündemine taşımak" dedi.
Kürdistan ve Türkiye’deki kadınların barış zemininde yürüttüğü mücadele, yıllardır sürdürülüyor. Farklı süreçlerde, yıllardır barış mücadelesinde yer alan kadınlar, tekrardan barış mücadelesinde ortaklaşmak için Şubat ayında ilan edilen “Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi”nde bir araya gelerek, barışa neden ihtiyacı olduğunu sorusuna cevap olmak ve kadınların barış sürecinde aktif olması için mücadelesini yürütüyor.
İnisiyatifte yer alan ve 2000’li yılların başından bu yana barış mücadelesi yürüten Mukaddes Erdoğdu ile kadınların yürüttüğü barış mücadelesine ve “Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi”ne dair konuştuk.
90’larda yaşananlar
50 yıldır barış, özgürlük ve eşitlik mücadelesi yürüten Mukaddes Erdoğdu, 90'larda yaşanan toplumsal süreçleri, mücadeleleri ve devletin politikalarına dair aktarımlarda bulunarak, 12 Eylül sonrası oluşan atmosfere dair hatırlatmalarda bulundu: “80'de başlayan neoliberal iktisat politikaları, kendi mantıki sonuçlarına varmış ve ‘Sosyalizm bitti, tarihin sonu geldi, sınıf mücadeleleri yok, artık sadece kültürel mücadeleler vardır’ diye bir kalıba dökülmeye çalışılan ideolojik bombardıman vardı. Bunlar içinden sivrilerek öne çıkan, Kürt ulusal başkaldırısının artık bir halk başkaldırısına dönüşmesi vardı.
Terörle Mücadele Yasası çıkardılar; devrimci ve sosyalist basını, yurtsever basını, aydınları susturmak için sansür, sürgün kararnameleri çıktı. 1991'de Terörle Mücadele Yasası çıktığında, Türkiye'de ve tabii ki Kürdistan'da da bir af yasası olarak algılandı. Kürt yurtsever tutsaklara ise 10 yıl değil, 20 yıl doldurma şartı getirildi. Sistemin suç saydığı bütün eylemler, bütün düşünceler Terörle Mücadele Yasası'nın 6., 7., 8. maddelerine yedirildi.
O saatten sonra işçiler, sol devrimci, sosyalist sendika hareketleri dahil ‘terör’ kavramına alındılar. Kürt hareketi için ise ‘bölücülük’ kavramını devam ettirdiler. Kürt hareketinin artık bir kitlesel boyut aldığı yerde, devlet katlarında ciddi bir kargaşa oldu. Bir kesim diyordu ki: ‘Artık silahla olmaz, bir çözüm yolu bulmalıyız.’ ‘29’uncu isyanı da bastırırız’ diyen görüşler vardı. Bir yandan görüşür gibi yapıyorlardı ama öte yandan batıda tek tek insanları kaçırıp imha ediyorlardı. Kürdistan'da köyler basılıp, yakılıp, yıkılıyor, boşaltılıyordu. Abdullah Öcalan, ‘Eğer devlet yanaşıyorsa biz de bağımsız devlet paradigmamızdan vazgeçip bir çözüm yolu için anlaşmaya hazırız’ dedi. Fakat bu çağrıya devlet doğrudan hemen bir yanıt vermedi.
Mayıs ayında Turgut Özal öldü; Bingöl'de, terhis edilmiş olan askerlerin öldürülmesi eylemi var. Buradan sonra kirli savaş konseptini yürürlüğe koydular. Kürt tarafından barış çağrıları devam etti. 98 yılının 1 Eylül’ünde de Öcalan’ın yeniden barış çağrısı yapacağını söylediği bir tarih var. Bu olurken aniden Suriye sınırında Türk ordusu tanklarla yürüdü ve Öcalan'ın Şam'dan çıkartılması için büyük bir emperyalist koalisyon oluşturdular ve çıkarıldı.
Kadınların 2000’lerde yürüttüğü barış mücadelesi
Kadınların barıştaki etkinliği daha çok Kürt Kadın Özgürlük Hareketi'nin kurumsallaştığı, kurumlara yerleştiği ve oradan batıya kanallar açabildiği zaman oldu. Batı’da kadınlar da önemli bir kitleyle buna ilgisiz kalmadılar, ilgilendiler. Başta feminist kadınlar olmak üzere, sosyalist kadınlar yurtsever kadınların yanında yer aldılar. Türkiye’nin devrimci ve sosyalist hareketleri bütün o 90'lı yıllarda hem Kürt hareketinin kendisine ilgisizdiler, hem de barış çağrısına ilgisizlerdi, cevap vermiyorlardı. Hatta ‘nereden çıktı barış, savaş’ diyen çizgilerdeydiler. Kürt ulusal başkaldırısının bir devrim olarak geliştiğini, onun içinden de bir kadın devrimi doğduğunu ama Türkiye'nin sosyalist ve devrimci hareketinin bunu anlamadığı bir on yıl geçirdik. Barış, Türkiye Devletçi Hareketi'nin gündemine zaten kolay kolay gelmemiştir. Hâlâ da gelmediğini yazılan, çizilenlerden anlıyoruz. Devrimi mekanik kavrayanlar, barışı da mekanik kavrıyorlar.”
‘Barışı sağlamak kadınlara düşer’
Kadınların, dünyanın her yerinde barışa en yakın toplum olduğunun altını çizen Mukaddes Erdoğdu, Türkiye'deki kadın hareketi ve Kürdistan'daki kadın hareketinin yan yana yer alarak barış mücadelesi yürüttüğünü söyledi. Mukaddes Erdoğdu, “Savaşları erkek egemen akıl örgütler, çıkarır; sonra barışı sağlamak kadınlara düşer. Kadınlar kendilerine bunu görev edindiler. Bunun bilincinde olan ve Batı’daki şovenizmi yenmiş, özellikle sosyalist çevrelerin yaptığı bir şeydi. Feminist hareket, sosyalist kadın hareketi de çok belirgin bir şekilde 90'dan itibaren barış mücadelesinin içinde oldu. Ama hâlâ ulusçu duruşu, Türk ulusalcılığının etkisi altındaki devrimci gruplar, çeşitli siyasi örgütlenmeler ve benzerindeki kadın hareketleri zaman zaman katılıyorlar ama çok köklü bir katılışları bugünkü sürece kadar olmadı.
Öcalan'ın 27 Şubat'ta gündeme getirdiği paradigma, çatışmalar sürerken bile vardı. Buna göre mobilize olmuş bir mücadele de hep vardı. 2009'da, 2013-2015 arası müzakere sürecinin toplumda olumlu etkileri vardı. O havanın dağılması da yeni bir savaş konseptiyle oldu. Arada hep gericilik örgütlendi, 10 yıl boyunca. O zamanki barış arayışında temel talep, Kürt sorununda demokratik çözümdü. Bir ulus, kendi kaderini tayin etmek için yola çıkmıştı. Bu, bir ezilenin meşru mücadelesiydi. Bu mücadelenin bir barış evresine, demokratik siyaset içinde bir çözüm aşamasına gelmesi gerekiyordu. Onun için bizim barış taraftarlığımızın esası buydu. Şimdiki aşamada tabii ki barışın kapsamı ve gündeminde de değişiklikler var. Ama yine de bugün somut barış talepleri, Kürt sorununda demokratik çözüme düğümlenmiştir. Adalet ve hak talebinin, Türkiye'nin bütün siyasal coğrafyasına yayıldığı bir zaman olduğu için, onları da üstlenen bir demokratik çözüm, demokratik toplum çağrısına dönüştü.”
Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi
Tüm deneyimlerin ışığında, bu yıl ilan edilen ‘Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi’nin rolünü ve misyonunu anlatan Mukaddes Erdoğdu, savaşın nelere yol açtığını, barışa neden ihtiyaç olduğunu anlatmak üzere yola çıktıklarını söyledi. Mukaddes Erdoğdu, “Bugünkü gelişmeyi tam karşılamak üzere oluştu. Geçen yıl bu zamanlar çok şiddetli bir atmosfer vardı. Ekim'de, Bahçeli'nin çağrısıyla başlayan ortamda, Öcalan'ın bütün bu çağrılara verdiği cevapla, bütün toplum güçlerine bir çağrı yaptı. Bu çağrı, kadınlara da çağrıydı. Kadınlar öteden beri ‘Barışın asli özneleri biziz’ diyebildikleri için daha çok üstlenmeleri gerekiyordu. Buradan yola çıktık ama 23-24 Şubat'ta kongremiz oldu. 19 Mart'ta da AKP-MHP koalisyonunun Kürdistan'da sürdürdüğü kayyum politikası İstanbul'da uygulanmaya başladı. Bunun için de barışı anlamak, çeşitli kesimlerde zorlaştı. Bunların içinde de önemli bir genç kadın kitlesi var.
Bu durumda biz oturduk, yeniden tartıştık. Barışla kadınların yoksulluğunu, barışla demokrasi talebini, barışla kayyumlar politikasını, barışla Terörle Mücadele Yasası’nı ele almadan ilerleyemeyiz. 2013-15'ten bir özeleştiri çıkarmıştık. Biz o zaman bu projeyi toplumsallaştıramadık. Akil insanlar vardı, sayısız sürece giren kuvvetler vardı ama bize benzeyenlerle çok konuştuk. Bizim gibi düşünmeyenlerin ikna edilmesi çok önemli. Örneğin, Barış Anneleri’nin asker aileleriyle buluşup konuşması çok önemli. Ama her şey bize, yani kadınlara bağlı değil. Mesela şimdi önümüzde 1 Mayıs var. Barış çağrılarımızın, demokratik çözüm çağrılarımızın bu alanlarda yansıması gerekiyor.
Barışı toplumun gündemine taşımak
Barışın toplumsallaştırılmasını, demokrasi talebinde bütün kesimlerin ortaklaşmasını sağlayabilirsek, çok farklı düşünen kesimlerin daha çok bir araya gelebildiği diyalog, müzakere, birbirini anlama, birbirini dinlemenin zemini oluşur. Biz topluma şunu anlatmalıyız: Bir Kürdün dili niye yasak? 30 yılı dolduranların cezaevinde komisyonlara takılıp infazları niye yakılıyor? Biz, eşitlik, özgürlük, adalet talebini bir arada kavrayacak bir toplumsal gelişmeye aracı olmalıyız. Bütün toplumun gündeminde, pazarda, çarşıda, mağazada, bakkalda bile bütün ekonomi, politikanın konuları konuşulur; bir tek barış o gündemde yok. Kürt sorunu da demokratik çözüm konuşulmaz. Aslında bizim misyonumuzu en iyi tarifleyebileceğimiz yer burası: Barışı toplumun gündemine taşımak.”
Toplum niye barışı ve Kürt sorununda demokratik çözümü konuşmuyor?
Mukaddes Erdoğdu, son olarak şu ifadeleri kullandı: “Toplum niye barışı ve Kürt sorununda demokratik çözümü konuşmuyor? Çünkü yüzyıldır yasak görmüş, baskı altına alınmış, sürgün kararnameleri, Terörle Mücadele Yasaları, kayyumlar çıkartılmış. Gerçek demokratik çözüm, onurlu barış; toplumsal dinamiklerin yüzde 80’i aynı olan taleplerini bir araya getirecek daha güçlü bir politik mücadele yürütmemiz gerekir. CHP'nin çıkardığı kitlelerle bizim çıkardığımız, Kürt halkının çıkarttığı kitlelerin, öğrenci hareketinin buluşması gerekir.
Kadın yoksulluğu bu kadar dip yapmışken ‘ne barışı’ deniliyor. Algılar çelişkili çünkü bir konu hiç çalışılmamış. Bir konunun diğerleriyle ilişkisi kurulsa bile teoride kurulmuş, pratikte milyonlara ulaştırılmamış. Kadınlara, sofradaki tencerelerini kaynatamamanın öncelikle savaş politikalarıyla ilgili olduğunu, saray politikalarıyla ilgili olduğunu, uyuşturucuyu ilkokullara indiren bu sistemin hiç kimseye bir şey vermediğini, hiç kimsenin çıkarı olmadığını ve bunun kaynağında savaşın yattığını anlatmamız gerekiyor. Kadınlar olmadan barış olmaz. Kadınlar bu işin sadece hamallığını yapmasınlar; aklını, fikrini, toplumu ikna sürecini oluştursun. Grup grup Türkiye'yi dolaşan barış gönüllüleri olsun. Biz de sadece kendimizle değil, bütün dünyayla konuşur gibi hissedip, bütün Türkiye ile konuşur gibi hisseden işler yapmalıyız.
Biz yapabiliriz
Vietnam için bütün dünyada, 1968'den başlayıp 1975'e kadar büyük kampanyalar sürdü. Türkiye'de de barış ve demokratik çözüm için neden yükselmesin ki? Daha dezavantajlı değiliz. Biz daha örgütlüyüz. Ne yapacağımızı da biliyoruz. Bütün mesele şu ki, bizim böyle kampanyalara cesaret etmemiz gerekiyor. Dünyanın her yerinde bir de direniş var. Biz Orta Doğu'nun merkezindeyiz. Hem savaşın hedefindeyiz, hem barışı kuracak en önemli örgütlü güçler burada. Barış mücadelesi bu toplumdaki en siyasi talep. Bu siyaseti yürütmek, hiçbir şekilde ne demokrasi mücadelesinden kopuk, ne işçi mücadelesinden kopuk, ne köylü hareketinden kopuktur.
Yıllardır ekoloji mücadelesini, çevreyi koruma mücadelesinin önünde dövüşenler köylü kadınlar. Şimdi bu kadınlarla, Kürt kadınlarla da birlikte, bu işin daha kolay çözüleceğini; o yüzden de taleplerine barış talebini eklemeleri gerektiğini, bizzat kuruculuğu için de emek vermek gerektiği çok açık bence. Biz bunu yapabiliriz, diyorum.”