Ekrandan sokağa yansıyan şiddet toplumu nasıl şekillendiriyor?

  • 09:05 19 Aralık 2025
  • Güncel
 
Derya Ceylan 
 
HABER MERKEZİ – Şiddeti güç, erkekliği silah ve suçu itibarla özdeşleştiren diziler; kadınları edilgenleştirirken, toplumsal şiddeti derinleştiriyor. Mafya-çete temalı yapımlar, bireysel silahlanmadan aile içi şiddete uzanan bir kriz hattını besliyor.
 
Bir günün kaç saatini TV, cep telefonu ya da bilgisayar başında geçiriyoruz? Aslında bunu kategorize ettiğimizde koşullar ne olursa olsun, mutlaka bu üçünden en az bir ya da ikisi günümüzün büyük bir bölümünde yaşamımızın bir parçası olmuş durumda. Peki, buna yol açan etkenler nelerdir? Buna birçok örnek verebiliriz. Günümüz medyası, toplumu farklı programlarla TV’ye bağlarken, bu programlara dair videoları da dijital medya platformlarında servis ediyor. Etkileşimin en yoğun olduğu saatlerde servis edilen programlar ya da diziler, izleyici kitlesine göre belirlenirken, söz konusu programların içeriği ise farklı algıların oluşmasına neden oluyor. 
 
Yemek, evlilik, yarışma ve benzeri programların yanı sıra bir de akşam saatlerinde yayınlanan diziler var. Her biri farklı bir hikâyeyi ele alarak yayınlanan bu dizilerden birkaçına dikkat çekeceğiz. Mafya-suç-çete ve benzeri hikayeleri ele alan bu diziler, Kurtlar Vadisi ile başladı, Karadayı, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Behzat Ç., Yılan Hikayesi, Deli Yürek, Ezel, İçerde, Çukur, Üç Kuruş, Hudutsuz Sevda ve bugün de Eşref Rüya ve Uzak Şehir gibi dizilerle devam ediyor. 
 
Saydığımız bu birkaç dizi, toplum üzerinde nasıl bir etki bıraktı, nelere yol açtı? Asıl bunlara değinmek gerekiyor. Son 20 yılda mafya-çete dizilerinden dolayı, toplumsal açıdan birçok değişim yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Bu değişimler nelerdi? Bir de bunları hatırlatalım. 
 
Söz konusu dizilerdeki karakterlerin “racon” adı altında kullandığı cümleler kimi izleyiciler tarafından da kullanılmaya başlarken, daha da ileriye gidilerek, kadına ve çocuğa yönelik şiddeti artıran cümlelerin ağızdan ağıza dolaşmasıyla  “kahramanlaştırılan” karakterlerin gündelik yaşamda da benzerleri türemeye başladı. 
 
Başta kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet olmak üzere, kadın ve çocuk katliamlarında artış yaşanırken; uyuşturucu ağları ve çeteleşmeler de giderek yaygınlaştı. Bu dizilerle birlikte en fazla artış gösteren başlıklardan biri de bireysel silahlanma ve bunun yol açtığı olaylar oldu. 
 
Dizilerle yayılan ‘erkeklik kurgusu’
 
Bu dizilerin çoğunda öne çıkan temel unsur, şiddetin bir sorun çözme yöntemi olarak sunulması ve bunun “güç”, “onur”, “sadakat”, “intikam” ve benzeri kavramlarla meşrulaştırılması. İzleyiciye sürekli olarak servis edilen bu erkeklik kurgusu, toplumda zaten var olan eril zihniyetin yeniden üretilmesine ve pekişmesine yol açıyor.
 
Kadınların hemen her dizide ya “korunması gereken biri”, ya da “tehlikeyi tetikleyen kişi” olarak konumlandırılması ise şiddetin toplumsal algısında derin bir tahribat yaratıyor. Bu dil, hem kadına yönelik şiddetin sıradanlaşmasına hem de erkeklerin kendi aralarındaki güç savaşlarını “doğal” bir süreçmiş gibi görmesine neden oluyor.
 
Mahalle kültürünün yeniden dizaynı
 
Diziler yalnızca ekranla sınırlı kalmıyor; sokakta ve mahallede de karşılık buluyor. Özellikle genç erkekler arasında dizilerdeki karakterlerin konuşma tarzları, giyim biçimleri ve davranış kalıpları yaygın biçimde benimseniyor. Bu durum, bazı mahallelerde gençlerin bir araya gelerek kurduğu yapıların önce çeteleşmesine, zamanla ise suç örgütleriyle ilişkilenen yapılara dönüşmesine zemin hazırlıyor. Başlangıçta “abi-kardeşlik” ya da “mahalle raconu” gibi görünen bu ilişkiler, kısa sürede uyuşturucu, gasp, tehdit ve silahla yaralama gibi suçlara evrilebiliyor.
 
Umut Vakfı’nın 2020 verilerine göre, Türkiye genelinde en az 4 milyon ruhsatlı silah bulunduğu, ruhsatsız silah sayısının ise bunun yaklaşık dokuz katına ulaşarak 30 milyonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2022 yılında paylaştığı verilerde ise Türkiye genelinde 627 bin 765 ruhsatlı silah bulunduğu belirtilirken, ruhsatsız silahlara ilişkin resmî bir veri yer almadı. Bu tablo, bireysel silahlanmanın boyutlarının tam olarak görünür olmadığını ortaya koyuyor.
 
Gençler arasında silahların daha erişilebilir hale gelmesi ve şiddetin diziler aracılığıyla normalleştirilmesi, toplumsal etkileri görmezden gelinemeyecek bir sürece işaret ediyor. Bu bağlamda şiddet, yalnızca bir suç biçimi olarak değil; aynı zamanda güç ve “itibar” göstergesi olarak yeniden üretiliyor.
  
Reyting uğruna yaygınlaşan şiddet dili
 
Dizilerin senaryolarında kullanılan dil, izleyici kitlesine göre şekillense de, reyting kaygısı şiddeti neredeyse bir “pazarlama stratejisine” dönüştürüyor. Her yeni bölümde daha sert sahneler, daha ağır şiddet görüntüleri ya da çatışma kurguları izleyiciyi ekrana bağlamak için kullanılıyor. Bu da, hem şiddetin medya aracılığıyla normalleşmesine, hem de toplumsal şiddet eğiliminin beslenmesine zemin hazırlıyor.
 
Şiddetin ev içi yansıması
 
Mafya-çete temalı dizilerde kadın genellikle bir özne olarak değil, erkeğin şiddet döngüsünü tamamlayan bir unsur olarak yer alıyor. Bu anlatım dili, izleyicinin bilinçaltına işleyerek kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti görünmez kılıyor. Son yıllarda artan kadın katliamları, aile içi şiddet vakaları ve erkek şiddetiyle işlenen suçlar birlikte değerlendirildiğinde, medyada kullanılan dilin ve şiddet merkezli kurgu dünyalarının toplumsal etkileri daha net biçimde ortaya çıkıyor. 
 
Bireysel silahlanmada artış 
 
Dizilerde silahların sürekli görünür olması, silah kullanımının ‘cesaret’, ‘erkeklik’ ve ‘güç’ gibi kavramlarla ilişkilendirilmesi bireysel silahlanmayı teşvik eden unsurlardan biri olarak öne çıkıyor. Türkiye’de son 10 yılda bireysel silahlanma oranının ciddi biçimde artması, dizilerdeki şiddet dilinin toplumsal karşılığını güçlendirirken; silahla işlenen suçlardaki artış, gençler arasında silah edinme isteği ve sahte kahraman figürlerinin etkisi bu kültürel dönüşümün en çarpıcı yansımaları arasında yer alıyor. 
 
Şiddetin yaygınlaştırılması 
 
Demokratik toplum, farklılıkların bir arada yaşadığı ve sorunların müzakere ile diyalog yoluyla çözüldüğü bir zemine ihtiyaç duyar. Ancak mafya-çete temalı dizilerde kurulan şiddet merkezli anlatılar, toplumsal sorunların çözümünü diyalog yerine güç gösterisi ve ölümcül çatışmalarla ilişkilendiriyor. Bu durum, demokratik toplumun temel değerlerinden biri olan şiddetsizlik ilkesini aşındırırken, ‘güçlü olanın ayakta kaldığı’ bir düzenin doğal ve meşru olduğu fikrini besliyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın demokratik toplum değerlendirmelerinde de vurguladığı gibi, şiddetin devlet ve iktidar mekanizmaları tarafından araçsallaştırılması toplumsallığı zayıflatıyor; dizilerde sürekli yeniden üretilen bu şiddet hali ise bireyleri kolektif yaşamdan uzaklaştırarak bireysel iktidar arayışlarını öne çıkarıyor.
 
Erkek şiddetinin estetik hali 
 
Kadın özgürlük mücadelesinin temel iddiası, şiddetin her türünün toplumsal, siyasal ve kültürel bağlamlar içinde üretildiği ve yeniden üretildiğidir. Mafya-çete temalı dizilerde kadın karakterler çoğu zaman edilgen, sessiz ve erkek kahramanın hikâyesini ilerleten bir unsur olarak konumlandırılıyor; bu durum kadın öznesini görünmezleştiriyor. Şiddet bu dizilerde hem normalleştirilmiyor hem de estetik bir sunumla paketleniyor. Kamera açıları, müzik kullanımı, yavaş çekim sahneler ve dramatik anlatım unsurları erkek şiddetini kahramanlık estetiğiyle süslerken; bu anlatım biçimi özellikle erkek izleyiciler arasında şiddetin “meşru” görülmesine, kadının ise korunacak ya da sahip olunacak bir varlık olarak algılanmasına yol açıyor.
 
 Medyanın reyting politikaları
 
Medya kuruluşları, reyting kaygısıyla şiddeti bir ‘satılabilir içerik’ haline getirmiş durumda. Her yeni bölümde daha sert sahneler, daha fazla çatışma ve daha yüksek gerilim izleyiciyi ekran başına bağlamak için kullanılıyor. Bu yaklaşım yalnızca şiddeti normalleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda onu bir tüketim nesnesine dönüştürüyor. Toplumsal şiddet kültürünün yayılmasında medya, yalnızca aktaran değil; aktif bir üretici rolü üstleniyor.
Kadın örgütlerinin yıllardır vurguladığı gibi, medyada kullanılan dil ve sunum biçimleri toplumsal şiddet oranlarını doğrudan etkileyen temel faktörler arasında yer alıyor.
 
20 yılda şiddet ve suç artışı
 
Türkiye’de son yıllarda bireysel silahlanmanın belirgin biçimde arttığı, silahla işlenen suçlardaki yükselişle birlikte daha görünür hale geliyor. Ajansımızın şiddet çetelesine göre, önceki yıllara oranla katledilen kadın sayısında artış yaşanırken, bu katliamların büyük bölümü ateşli silahlarla gerçekleştiriliyor. Gençler arasında suç oranı artışının en çok görüldüğü alanlar ise dizilerde yoğun biçimde işlenen uyuşturucu, gasp ve silahlı saldırı vakaları.
 
RTÜK verileri, televizyon dizilerinin yüzde 62’sinde doğrudan şiddet unsuru bulunduğunu gösteriyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin medya-toplum araştırmalarına göre ise izleyicilerin yüzde 48’i, izledikleri dizilerdeki karakterlerden en az bir davranışı gündelik yaşamında taklit ettiğini belirtiyor.
 
Bu veriler, şiddet merkezli medya içeriklerinin toplum üzerindeki etkisinin yalnızca ‘algısal’ değil, fiilî sonuçlar doğurduğunu ortaya koyuyor.
 
Toplumsal şiddetin ev içi yansımaları
 
Şiddetin yalnızca sokakta değil, ev içinde de artması dikkat çekici. Dizilerdeki erkeklik kurgusunun ‘gücünü ispat etmek için öfkesini kontrol edemeyen adam’ profilini normalleştirmesi, aile içi şiddetin görünmez bir meşruiyet kazanmasına yol açıyor. 2023–2024 döneminde aile içi şiddet başvurularında yüzde 28 artış yaşanması da medyadaki şiddet temsillerinin bu süreçteki rolünü bir kez daha gündeme getiriyor.
 
Şiddet kültürüne karşı alternatif medya dili
 
Şiddetin temel çözüm yöntemi olarak sunulduğu yapımlar karşısında, demokratik toplumun ihtiyacı; şiddetsiz çözümü yücelten, eşitlikçi, cinsiyet özgürlükçü ve toplumsal barışı esas alan bir medya dilidir. Kadın özgürlük mücadelesinin yıllardır vurguladığı gibi, faili görünür kılan, mağduru güçlendiren ve şiddeti teşhir eden habercilik anlayışının yaygınlaşması bu açıdan hayati önem taşıyor. Bu nedenle medya, reyting rekabetinin ötesine geçerek toplumun dönüşümündeki sorumluluğunu üstlenmek durumundadır.