
'Barış ve Demokratik Toplum'u kadınlar öncülüğünde inşa edeceğiz'
- 10:43 21 Temmuz 2025
- Siyaset
ANKARA - DEM Parti Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, “Sadece kendi tabanımız değil tüm kesimlerden kadınlarla bir araya gelmeye, çağrıyı toplumsallaştırmaya devam edeceğiz. Barış ve Demokratik Toplumu kadınlar öncülüğünde inşa edeceğiz” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, kadın ve süreç gündemli 2 aylık çalışma planlamasının oluşturulacağı Kadın Meclisi toplantısı öncesi partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında konuştu.
‘Suruç şehitlerimizin mücadeleleri omuzlarımızdadır’
Rojava Devrimi’ni selamlayarak ve Suruç’u anarak konuşmasına başlayan Halide Türkoğlu, “Rojava’yı, Suriye’yi, Ortadoğu’yu karanlığa sürüklemek isteyen IŞİD çetelerine karşı verilen destansı direnişi selamlıyoruz. Suruç şehitlerimizin acısı ilk günkü gibi yüreğimizde dururken, mücadeleleri omuzlarımızdadır. Suruç şehitlerimize sözümüzdür. Hiçbir düş yarım kalmayacak. Suruç davasında cezasızlık politikasını kabul etmedik, etmeyeceğiz. Bu katliamı gerçekleştiren failler yargılanmadı, deliller karartıldı. Bu katliamda çocuğunu kaybeden hasta tutsak Besra Erol çocuğunun mezarı başında yaptığı konuşma nedeniyle hala cezaevinde tutuluyor. IŞİD çetelerinin işlediği suçlara karşı direnen Kobanêli kadınlarla dayanışma siyaseti yürüttüğü için Kobanê kumpas davası ile onlarca arkadaşımız hukuksuz bir şekilde yargılanıyor. Başta Figen Yüksekdağ olmak üzere birçok arkadaşımız hala cezaevinde rehin tutulmaktadır. Bizler hafızamızla, ödediğimiz bedellerle, bu ülkede gerçek adaletin sağlanması için mücadelemize devam edeceğiz” sözlerini kullandı.
‘Suriye’de cihadist çetelerin saldırıları derhal son bulmalıdır’
Aynı zihniyetin bugün Süveyda’da, Lazkiye’de Alevi kadınlara, Dürzi halklara yönelik saldırılar gerçekleştirdiğini belirten Halide Türkoğlu, “Suriye geçici hükümetine bağlı güçler tarafından gerçekleştirilen bu katliamlara karşı kimse bizden sessiz kalmamızı beklemesin. Bizler şunu çok iyi biliyoruz ki; bu katliamlarla gerçekleştirilmek istenen tekçi, cinsiyetçi, militarist, mezhepçi bir ulus devlet modelini inşa etmektir. Kuzey ve Doğu Suriye’de kadınlar öncülüğünde inşa edilen özgür ve eşit yaşamı kuşatmaktır. Rojava Devrimini boğmaktır. Suriye’nin çok kimlikli, kültürlü, inançlı yapısına yönelik gerçekleştirilen bu saldırılara karşı sessiz kalmak burada insanlığa karşı, kadınlara karşı işlenen suçlara ortak olmaktır. Geçici hükümete bağlı kadın düşmanı cihadist çeteler tarafından gerçekleştirilen bu saldırılar derhal son bulmalıdır. Bu suça karışanlar hesap vermelidir” diye belirtti.
Devamında Halide Türkoğlu şunları ifade etti: “Suriye halklarının, Ortadoğu halklarının ihtiyacı olan model tekçi, cinsiyetçi ulus devlet modeli değil; Kuzey ve Doğu Suriye’de inşa edilen özgür ve eşit yaşamdır. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü yaşam paradigmasıdır. Bugün Suriye’de farklı halklara, kimliklere yönelik gerçekleştirilen saldırılar bir kez daha Suriye halklarının asıl ihtiyacı olan onurlu bir yaşam için bu paradigma olduğu gerçeğini ortaya koymuştur.
Silah yakma barışın konuşulmasının tarihi fırsatıdır
Sayın Öcalan’ın 27 Şubat’ta yapmış olduğu Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile birlikte barışa dair başta kadınlar olmak üzere tüm halkların umudu artmıştır. Yine 9 Temmuz’da Sayın Öcalan’ın videolu mesajının yayınlanması ve hemen akabinde 11 Temmuz’da Casenê Mağarası'nda gerçekleştirilen silah yakma/imha merasimi barış ve demokratik toplum sürecinde tarihi eşikler olmuştur. Gerçekleştirilen silah yakma merasimi, sadece silahların susması değil, barışın konuşulmasının tarihi fırsatıdır aynı zamanda. Kürt halkının varlığının, kimliğinin, dilinin üzerindeki baskıların kaldırılması özgür ve eşit bir yaşamın inşasındaki demokratik siyaset ve mücadelede ısrarın kendisidir. Bu kapsamda sorunun yasal ve hukuki bir zeminde çözülmesi amacıyla Meclis çatısı altında komisyon kurulması elbette ki biz kadınlar açısından çok önemlidir. Bizler, komisyonda yürütülecek her çalışmada kadınların barış süreçlerindeki deneyimlerinin ve mücadelelerinin ışığında çalışmalarımızı yürüteceğiz.
Binlerce kadın 27 Şubat çağrısına ses verdi
27 Şubat çağrısından bugüne yaşanan gelişmelerin sadece takipçisi değil barış ve demokratik toplum sürecinin özneleri olarak çalışmalarımızı yaptık. Sadece DEM Parti Kadın Meclisi değil, bu ülkede barışın savunucusu olan ‘Barışa ihtiyacım var’ diyerek alanlara meydanlara dökülen binlerce kadın bu çağrıya ses verdi, vermeye devam ediyor. Biliyorsunuz hem Suriye’de yaşanan katliamlarda hem de ülkedeki savaşa karşı barış mücadelesini yükselten bir barışa ihtiyacım var inisiyatifi var kuruldu. Burada kadınlar hem ülkede barış sürecinde bir yol kat etmek ama aynı zamanda Ortadoğu’daki savaşa karşı mücadelelerinde ortaklaşıyorlar. Bu katliamlara karşı özellikle hem Suriye’de yaşanan kadın katliamlarına karşı Cumartesi günü İstanbul, Mersin, Urfa, Amed, İzmir ve Hatay’da barışa ihtiyacım var inisiyatifi öncülüğünde gerçekleştirilen eylemler söz konusu oldu. Bu eylemlerle hem Suriye’de yaşanan kadın katliamları ve geçici hükümetin, cihadist çetelerin yürüttüğü bu katliamların son bulması için eylemler gerçekleştirdi. Bu bize şunu gösteriyor ki aslında kadınların mücadelesi, dayanışması kadınları yaşatır. Aynı zamanda kadınların mücadelesi bu ülkede barışı olanaklı kılacaktır.
Barış, kadınların haklarına yönelik saldırıların son bulmasıdır
Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi 8 Temmuz’da bütün kadınlara çağrı yaptı. Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında kadınlar Ankara’ya gelip Meclisin önünde yaptıkları açıklamada gerçek ve onurlu bir barışın nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Kadınların meclis kapısında dile getirdiği talepler, aynı zamanda barışın nasıl olacağının da tanımı olmuştur. Şunu dedi kadınlar; barış demek; kayyım siyasetinin son bulması halkların, kadınların iradesine saygı duyulması demektir. Sınır ötesi operasyonlar son bulması demektir. Siyaset yapmanın suç olmaması, siyasetçilerin siyaset yaptığı için gözaltılarla, tutuklamalarla cezaevlerinde rehin tutulması politikalarına son verilmesi demektir. Kadınların katledilmediği, cinsel kimliklerin hedef alınmadığı, nefret suçlarının körüklenmediği, farklı dillere, kimliklere, inançlara, kültürlere yönelik saldırıların olmadığı bir yaşamın inşası demektir. Kadınların yoksullukla, emek sömürüsü ile cinsiyetçilikle karşı karşıya kalmadığı, kadın katillerinin cezasızlık politikalarıyla ödüllendirilmesinin önüne geçmek, kadınların haklarına ve kazanımlarına yönelik saldırıların son bulması demektir. Bu kapsamda çoklu mücadele alanlarımızı büyütmek için örgütlülüğümüzü güçlendirerek 7 gün yirmi dört saat çalışmaya devam edeceğiz.
Bu ülkede kadınların yaşam güvenliği yok
Savaşın kıskacında derinleşen kadına yönelik şiddet, özel savaş politikaları bizlerin öncelikli mücadele alanıdır. Bakın Ayşe Tokyaz katliamı bu ülkede kadınların hangi tehditlerle karşı karşıya kaldığı, katillerin hangi politikalardan cesaret aldığının göstergesidir. Ayşe’nin ikiz kardeşi Esra Tokyaz, olayı tüm boyutlarıyla anlatıyor. Eski polis memuru fail Cemil Koç tarafından Ayşe’nin nasıl sistematik bir şiddete maruz kaldığını anlatıyor. Olaydaki ihmallerin ardı arkası kesilmeyecek şekilde yapılan aktarımlar bir kez daha gösteriyor ki bu ülkede kadınların yaşam güvenliği yok. Ayşe’nin faili Cemil Koç tarafından rehin alındığı sitede site güvenliği Ayşe’nin ikiz kardeşinin içeriye girmesine izin vermiyor. Ayşe defalarca şikâyette bulunmasına rağmen fail hakkında yasal bir işlem başlatılmıyor. Polise başvuran Ayşe’nin ikiz kardeşi, kardeşinin yaşamının riskte olduğunu söylerken “’sen bize işimizi öğretemezsin’, ‘reşit biri’ diyerek göz göre göre bu cinayet işleniyor.
İstanbul Sözleşmesi vurgusu
Esra Tokyaz, fail Cemil Koç’un polis arkadaşlarıyla birlikte bu suçun üzerinin örtülmek istendiğini, bu kişilerin tırnak içerisinde failin adamları olduğunu söylüyor. Buna rağmen hiçbir işlem yapılmıyor. Adı geçen şahıslar hakkında tek bir yasal işlem yapılmıyor ve Ayşe katledilirken cesedi bir valizde bulunuyor. Ayşe Tokyaz katliamı bu ülkede kadınların yaşam hakkının nasıl yok edildiğinin göstergesidir. Kadına yönelik şiddet ve katliamların önlenmesine dönük yasaların uygulanmadığının, eksik olduğunun, failin ve suç ortaklarının nasıl korunduğunun göstergesidir. İstanbul Sözleşmesinin önemini, sözleşmeye geri dönmenin neden önemli olduğunu, sözleşmenin her bir maddesinin uygulanmasındaki kadınların ısrarının sebeplerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Aileyi koruyan yasaları savunanlar, kadın katliamlarının sorumlularıdır
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramının sadece bir kavram olmadığını, bunun kadınların yaşadığı eşitsizlikleri, sömürüyü nasıl derinleştirdiğini, yaşam hakkının nasıl gasp edildiğini bu katliamdan görüyoruz. Açık söylüyoruz Ayşe Tokyaz katliamındaki ihmaller ve göz göre göre gerçekleşen bu cinayet erkek egemen sistemin kadınlara reva gördüğü yaşamdır. Bu sistemi savunarak boşanmayı zorlaştıran, nafaka hakkına göz diken, toplumsal cinsiyet kavramını yasaklayan, kadın sorunlarını yok sayan her defasında kadın ve aileyi yan yana getiren, kadının adını tek başına anmaya, yazmaya korkan genelgeleri il müdürlüklerine gönderen, Aile Yılı adı altında kadını değil kadının içerisinde katledildiği aileyi koruyan yasaları savunanlar, bu ülkede yılın ilk yarısında katledilen 136 kadın cinayetinin de sorumlularıdır.
İktidarın kadınlara müjdesi kadınların kazanımlarını gasp ediyor
Bu ülkede yasalar kadınların yaşam haklarına, bedenlerine yönelik saldırılara karşı önlem almaya dönük değil, kendi bekası için kadın bedenini, iradesini, emeğini, yaşam alanlarını nasıl hedef alabilirim üzerinden şekilleniyor. Nüfus artış politikaları her ülkede uygulanan politikalardır, ancak bizim yaşadığımız coğrafyada nüfus politikaları tamamen cinsiyetçi kodlar üzerinden şekillenmektedir. Kadınların kaç çocuk doğuracağından nasıl doğuracaklarına kadar söz kurma cüretini gösterenler her defasında kadın bedenini, kadın emeğini hedef almaya devam ediyor. Siyasi iktidar ne zaman kadınlara bir müjdemiz var dese ardından kadınların haklarını, kazanımlarını nasıl gasp edildiğini görüyoruz.
Çocuk bakımına ilişkin düzenleme yeni sömürü
Çocuğu olan memur çiftler doğumdan itibaren ilkokul çağına kadar yarı zamanlı çalışabilecek deniyor. Biz kadınlar yıllarca kamuda ücretsiz kreş hakkı talebini yükselttik. Çocuk bakımının kadınların omuzuna yüklendiğini bunun da kadını hem iş yaşamından hem sosyal yaşamdan uzaklaştırdığını belirttik. Bugün çocuk bakımına ilişkin çözüm ücretsiz kreş hakkı olmalıyken kulağa iyi bir şey gibi gelen yeni düzenleme yine aynı cinsiyetçi kodlarla sunulmuştur. Evet, bu uygulama ile çiftler yarı zamanlı çalışabilecek ama maaşlarının da yarısını alabilecek. Sosyal yardımların yarısından faydalanabilecek. Yani bu uygulamayı kabul eden kadın, haklarının yarısından vazgeçmiş olacak. İki kat yük ama yarı maaş. Kadınları yine kamusal alandan uzaklaştırmaya neden olmuyor mu? Her ne kadar kadın erkek ayrımı olmadan dense de çocukların bakımı kadınların omuzlarına yüklenmiyor mu? Ben bir kez daha bu yasal düzenlemeleri bir müjde gibi sunanları uyarıyorum. Bu ülkede kadınlara, kadın örgütlerine sorulmadan cinsiyetçi kodlarla hazırlanan her düzenleme kadınların haklarından, kazanımlarından eksiltiyor.
Hep birlikte mücadele edeceğiz
Yine çalmadıkları bir hafta tatilimiz kalmıştı, onu da çaldılar. 14 Temmuz'da yürürlüğe giren Kültür ve Turizm Bakanlığından turizm işletme belgesi alan konaklama tesislerinde çalışan işçilerin haftada bir gün hafta tatili kullanmasına ilişkin düzenleme değiştirildi. Turizm ve hizmet sektörlerinde yoğun biçimde çalışan kadın emekçiler, bu düzenlemeden en çok etkilenecek olanlar arasında yer almaktadır. Ev içi görünmeyen emeğiyle birlikte çifte yük taşıyan kadınlar açısından dinlenme hakkının gaspı, yaşamı doğrudan tehdit eden çok yönlü bir eşitsizlik yaratmaktadır. Yapılması gereken düzenleme turizm sektöründe binlerce kadın kayıtsız ve güvencesiz bir şekilde çalışırken bunun önüne geçmek olmalıdır. Sigortasız bir şekilde çalışan turizm işçisi kadınlar, doğum izni gibi en temel haklarından bile mahrum kalırken, haftada 1 dinlenme hakkını çok görerek, çalışma saatlerini artırarak 10 günde 1 izne tabi tutmak gasptan başka bir şey değildir. Bizler turizm sektöründe çalışan, sömürüye tabi tutulan kadınların yanındayız. Kadınlar sosyalleşemez kadınlar dinlenemez diyen zihniyete karşı hep birlikte mücadele edeceğiz.
Barış ve Demokratik Toplum'u kadınlar öncülüğünde inşa edeceğiz
Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ile birlikte üzerimize düşen sorumluluğumuzu her daim yerine getireceğimizin sözünü yineliyoruz. Kadın örgütlülüğümüzü büyüterek, kadın özgürlük mücadelemizi yükselterek, bu uğurda yitirdiğimiz tüm yoldaşlarımızın anılarını, mücadelelerini omuzlayarak bu topraklarda onurlu barışı inşa edeceğiz. Örgütleme sorunlarımızla yüzleşerek, çalışmalarımızdaki eksiklikleri görerek daha güçlü, daha kararlı adımlarla çalışmalarımızı yürüteceğiz. Sadece kendi tabanımız değil tüm kesimlerden kadınlarla bir araya gelmeye, çağrıyı toplumsallaştırmaya devam edeceğiz. Barış ve Demokratik Toplum'u kadınlar öncülüğünde inşa edeceğiz. Kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırılara, kadına yönelik şiddet ve katliamlara, emek sömürüsüne, doğa talanına karşı çoklu mücadele alanlarımızı büyütmekten asla vazgeçmeyeceğiz. 'Katledilen her kadın isyanımızdır' diyerek 'Jin jiyan azadî' felsefemizden aldığımız güç ve moralle özgür ve eşit yaşamı inşa edeceğiz."