
Toplumsal dönüşümlerin sessiz öncüleri: Anneler
- 10:13 11 Mayıs 2025
- Kadının Kaleminden
“Yakın zamanda birçok acıya tanıklık ettik. Her gün şahadet haberleriyle yürekleri yanan anneler, acılarını mücadele gerekçesi yaparak ayakta kaldılar. Birçoğunu tanımadığımız, bilmediğimiz anneler insanüstü bir iradeyle yaşıyorlar”
Harika Peker
Annelik her ne kadar biyolojik bir durum olsa da yaşamsal bir gerçekliktir. Anne ve çocuğun kurduğu bağ sadece bedensel değil, ruhsal bir bağdır. Bu bağ çocuğun tüm yaşamını etkiler. Kapitalizm, anneliği kendi zihniyetiyle değerlendirir ve bundan da “nasıl kâr ederim”in hesabını yaparak Anneler Günü’nü salt tüketim kültürüyle bağlantılandırmak istemektedir. Günümüzde kutsallık atfedilen ne varsa, içi boşaltılarak farklı boyutlarda sunulmaya çalışılıyor. Her şeyin sembolik bir güne sığdırıldığı bu zamanlarda, maneviyatın yerini de maddiyat alarak en değerli olan bile değersizleştirilmiş ve gerçeğinden uzaklaştırılmıştır.
Devrime yön veren anneler
Bin yıllar öncesinde kadınlar tarafından yaratılan demokratik komünal kültür, toplumsal yaşamın en temel değeriydi. Ana etrafında oluşturulan tüm değerler bir bir saldırıya uğramış ve ters yüz edilmiştir. Kapitalist sistemin yaratmak istediği kültürle "ana" demek artık toplumsallığı yaratan değil, yarattığı ana kültürüne yabancılaşan birey gerçekliğidir. Öyle ki kendi sesiyle uyutmuyor anneler çocuklarını, doğal sofralarda yemek yemiyor ve kendi dillerinde masal söylemiyor. Sanal bir dünyanın hayalini yaşıyor ve onunla şekilleniyorlar.
Tam da bu eşikte, devrim tarihinde kimi zaman göz ardı edilse de devrimci anne gerçekliği tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkar. Dünya devrimlerinde annelerin mücadelesi, tarihin farklı dönemlerinde toplumsal değişimlerde de önemli yer almaktadır. Anneler, evlatlarının geleceği için büyük mücadeleler vermiş ve bu uğurda bedeller ödeyerek devrimin öncüsü olmuştur. Faşizme karşı direnerek karşı çıkmış; çoğu zaman duygusallık olarak ele alınan annelik, devrime yön vermiştir.
Toplumsal dönüşümlerde kadınların, özellikle de annelerin rolü büyüktür. Fransız ve Rus devrimlerinde aktif rol almış ve belirleyici olmuşlardır. Latin Amerika’da anneler, mücadele tarihine görkemli ve büyük bir miras bırakmışlardır. Yine Arjantin'de, 1970’te askeri cunta tarafından kaybedilen çocukları için Plaza de Mayo anneleri bir hareket başlatmış, beyaz başörtüleriyle sembolleşmişlerdir. Diktatörlüğe karşı korkusuzca meydanlara çıkmış, güçlü bir mücadele vermişlerdir. Bu mücadeleyle sadece çocuklarının yasını tutmamış, ülkede yaşanan faşizmi de ifşa etmişlerdir.
Annelerin faşizm karşısındaki duruşu
Türkiye’de 90’lı yıllarda failleri belli olan, kaybedilen çocuklarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri, devletin tüm baskı, şiddet ve yasaklamalarına karşı mücadelelerini sürdürmüş; her hafta evlatlarının akıbetini sormaktan vazgeçmemişlerdir. Annelerin sessiz ama kararlı duruşu, faşizmin karşısında dimdik durmuş, ülkenin karanlık zamanlarında bile umut olmuştur.
1996 yılında Kürt sorununun barışçıl çözümü için bir araya gelen Kürt anneleri, Barış Anneleri İnisiyatifi’ni kurmuş; savaşın sona ermesi ve çocuklarının ölmemesi için mücadeleye başka bir evre kazandırmışlardır. Barış Anneleri, beyaz tülbentleriyle çatışmaların ortasında barışı ve yaşamı haykırmıştır. Tıpkı doğal toplumdaki analık duygusuyla sadece kendi çocukları için değil, bu coğrafyada yaşayan tüm çocukların ölmemesi için her zaman barış ve adalet taleplerini dile getirmişlerdir. En zorlu zamanlarda büyük fedakarlıklarla savaşın durması için amansızca mücadele etmiş; gördükleri baskı, işkence ve saldırılara rağmen bir an olsun davalarından geri adım atmamışlardır. Yüzyıllardır soykırım kıskacında olan Kürdistan’da annelerin direnişi önemli bir yer alır. Bu direniş, yazılmamış bir tarihtir. Dönemler, tarihler değişse de annelerin direniş tarihi değişmemiştir. Bu direniş, sadece Kürt toplumunun değil, evrensel insan hakları mücadelesinin de bir parçasıdır. Anneler, hem bireysel acılarını toplumsallaştırarak hem de barışçıl yöntemlerle seslerini duyurarak tarihte güçlü bir mücadele vermektedir.
Kürt kimliğinin korunmasında annelerin emekleri
Kürt annelerinin son yüzyıldaki direniş tarihi, Kürt halkının daha geniş mücadele ve direniş tarihinin duygusal, toplumsal ve politik açıdan en güçlü sembollerinden biridir. Yaşanan tüm isyanlarda; Şeyh Said, Ağrı, Dêrsim’de anneler, çocuklarını katliamdan korumak, sürgünlerde hayatta kalmak ve yeni bir yaşam kurmak için büyük mücadeleler vermişlerdir. Bu direniş, Kürdistan’da yaşanan savaş gerçekliği ve Kürt halkının karşılaştığı baskı, asimilasyon politikaları, çatışmalar ve insan hakları ihlallerine karşı annelerin emeğiyle politik bir dönüşümün önünü açmıştır. Kürt annelerinin direnişi, kolektif düzeyde; evlatları için adalet arayışı ve toplumsal barış talebiyle pekişmiştir. Kürt annelerinin direnişi, sadece fiziki eylemlerle değil, kültürel mirasın günümüze taşınmasında da en büyük direniş ve fedakarlığı göstermiştir. Bu nedenle Kürt kimliğinin korunmasında annelerin emekleri tartışmasızdır.
Yaşadığımız coğrafyada nereye dönsen, yaşanmış acı ve mücadele gerçekliğiyle karşı karşıya kalıyorsun. Ve zaman bir nehir gibi akarken, çoğunlukla ıskaladığımız gerçeklikler bir anda karşımıza çıkıveriyor. Her geçen gün buna yeni yaşanmışlıklar katılırken, var olanla yaşamak ve anlamlandırmak daha da yakıcı oluyor. Oysaki kıyıya vuran deniz dalgaları gibi kayalıklara çarpa çarpa, her tarafı yara bere içindeki yürekleriyle yaşamak için ayakta kalmanın iradesi ve tüm değerlerin adı oluyor: ANNE. Yakın zamanda birçok acıya tanıklık ettik. Her gün şahadet haberleriyle yürekleri yanan anneler, acılarını mücadele gerekçesi yaparak ayakta kaldılar. Birçoğunu tanımadığımız, bilmediğimiz anneler insanüstü bir iradeyle yaşıyorlar.
Nebat ve Türkan Annenin direnişi…
Cizre’de 2010’da Nebahat Anne’yi tanıdım. O dönem, eşinden gördüğü şiddetten kurtulmak için partiye gelmişti. Onunla orada tanışmıştık. Naif, çekingen ve altı çocuk annesiydi. Uzun süre yaşadığı şiddetten kurtulmak için mücadele etti ve sonunda yaşadığı erkek şiddetinden kurtuldu. O zaman çocuklar küçüktü; onlara kendi imkanlarıyla baktı, büyüttü. Yıllar sonra tekrar Nebahat Anne’yle karşılaştım. Aradan uzun zaman geçmişti. Bir oğlu cezaevinde, bir oğlu ve kızı özgürlük mücadelesine katılmıştı. Sonra Cemal şahadete ulaştı. Anneyi ziyarete gittik ve uzun uzun bize Cemal’den bahsetti. Cenazeyi teşhis etmeye giderken ağlamadığını, zılgıt çektiğini ve orada Cemal’in ne kadar boyunun uzadığını fark ettiğini anlattı. Sonra benimle bir şey konuşmak istediğini söyledi. Beraber odaya geçtik, gidip sandıktan bir bohça çıkardı ve “Bunu sana vermek istiyorum,” dedi. Ne olduğunu anlamadan, şaşkın bakışlarla baktım. Beraber yere çömeldik ve anne bohçayı açtı. İçinde, kendi oğlu ve öz yönetim sürecinde orada bulunan birçok gençten kalan eşyaları toplayıp bohçada sarıp sarmalayarak saklamıştı. Hepsinin bir hikayesini verdi ve tek tek, koklayarak anılarını anlattı. Öyle şiirsel anlatıyordu ki, o eşyaları incitmekten korkar gibi okşayarak dokunuyordu. Hepsinin hikayesi bitince bohçayı tekrar sararak bana uzattı. Sanki yüreğime bir şimşek çarptı. Bohçayı almak için ellerimi uzatsam da ellerimi kaldıramadım ve Nebahat Anne’ye “
Ben senin gibi bu hatıraların ağırlığını kaldıramam. Onun için onlar sende kalmalı,” dedim. Şimdi düşünüyorum da, o anne kadar ne cesurdum ne de güçlü.
Varto’nun bir köyüne doğru gidiyorum. Hiç tanımadığım bir arkadaşın annesini görmeye… Bir süre önce özgürlük saflarında yaşamını yitiren Sinan’ın annesine misafir olmaya... Anne tandırda ekmek pişiriyor, biz de yanına gittik. İçeride duman isinden loş bir atmosfer oluşmuştu. Sanki bir mabede girmişçesine içim birden titredi. Türkan Anne çok güçlü bir kadındı. Tüm sıcaklığıyla sımsıkı sarıldı ama yüzünü sis perdesi gibi hüzün kaplamıştı. Anne, bize Sinan’ı anlatmaya başladı. İlk doğumundan, nasıl güzel bir bebek olduğuna, çocukluğunu, gençliğini, ne kadar naif, duygulu bir kişilik olduğuna, ilk çıkışında dünyasının nasıl alt üst olduğuna; çocukları arasında en güçlü bağı onunla kurduğunu anlattı. O anlattıkça sanki biz de onu tanıyor ve o tandır evinde tüm hatıraları canlanıyormuş gibi yaşıyorduk. O anlattıkça biz büyük bir heyecanla dinliyorduk. En dokunaklı olan ise yedi yıl boyunca her akşam köyde köpek havlaması duyunca Sinan’ın geldiğini umut ederek dışarı fırladığını anlattığı andı. Yedi yıl boyunca her gece o umutla beklemiş. O karanlıktan çıkıp gelecekmiş gibi hep beklediği duyguyu hissetmek, ağır bir yük gibi çöktü üstümüze. Cenazeyi aldıklarında izin verilmediği için gece yolda bir çeşmede yıkadıklarını, yıllar sonra bir gece karanlıkta yüzüne baktığını… Zaman nasıl geçti anlamadık ama saatlerdir anne anlatıyor, biz dinliyorduk. Ve Sinan’ın hatıralarıyla dolup taşmıştı yüreğimiz.
Annelere en büyük hediye barış
Kürdistan’da o kadar çok annenin evlatlarıyla hikayesi var ki… Her biri bir kitap olur. Çocuklarıyla bir “anne” olmanın ötesinde, yoldaş olarak mücadele saflarında beraber omuz omuza kavga ederek tüm mitolojik destanları geride bırakacak büyük kahramanlıklar yarattılar. Ve yüce duygularını, sevgilerini hiçbir evlattan esirgemediler. Anneler, barış ve adalet için birçok eylem ve etkinlik gerçekleştirmiş; bazen çatışmaların ortasında bir sınır nöbeti tutmuş, bazen dağ başlarında evlatlarının cenazesini almak için hayatlarını ortaya koymuşlardır.
27 Şubat’ta Kürt Halk Önderinin “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”na en büyük desteği, yine yüreklerinde bin bir acıyı taşıyan anneler vermiştir. Bu sürecin onurlu bir barışla sonuçlanması için her birimizin gece gündüz demeden çalışması gerekmektedir. Bu, bizim annelere olan borcumuzdur. Tüm annelere en büyük hediye onurlu bir barış olacaktır; belki yüreklerindeki acıyı, yüzlerindeki hüznü bir nebze de olsa ortadan kaldırmak için.
Direnenlerin söylediği gibi “Bizden başka başaran olmayacak; çünkü biz, her biri uğruna kıyametler koparacak annelerden doğduk.”
Ş. Andok