
Rengin Ergül: Umut hakkına ilişkin düzenleme yapılmak zorunda
- 09:01 12 Mayıs 2025
- Hukuk
Melek Avcı
ANKARA - Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin "umut hakkı" konusunda Türkiye’ye tanıdığı süre Eylül ayında sona eriyor. Avukat Rengin Ergül, “Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi olduğu sürece bu kararları uygulamakla yükümlü. Bu nedenle umut hakkına ilişkin bir düzenleme yapmak zorunda ve zaten Komite’ye böyle bir taahhütte bulundular” dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin ardından gelen 27 Şubat çağrısı, siyasi gündemde ve toplumsal kesimlerde etkisini korumaya devam ediyor. Ancak çağrıya rağmen iktidarın henüz somut bir adım atmadı. Özellikle Adalet Bakanlığı ile yapılan temas hukuki zemin açısından kritik bir eşik olarak görülse de; infaz rejimi, AİHM kararları ve tecridin kaldırılması gibi temel başlıklarda net bir ilerleme sağlanmış değil. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de (AKBK) umut hakkına ilişkin Türkiye’ye verdiği süre Eylül 2025’te dolacak. Bu kapsamda Türkiye’nin komiteye bir eylem planı sunması beklenilirken henüz yansıyan bir düzenleme gündeme gelmedi.
Konuya dair Avukat Rengin Ergül ile konuştuk.
Eylül 2025’e kadar süre
Bakanlar Komitesi’nin umut hakkına ilişkin Türkiye’ye verdiği sürenin dolmasına 4 ay kaldığını, -bu karar uygulanmadığı taktirde “ihlal prosedürü”nün başlatılacağını ifade eden Rengin Ergül, kararı hatırlatarak, “Eylül 2024 tarihinde Bakanlar Komitesi Gurban Grubu umut hakkı dosyalarını, 2015'te genişletilmiş prosedür olarak adlandırıldıktan sonra Kasım Aralık 2021 ve yeniden 2024 Eylül toplantısında gündemine aldı. 2024 Eylül toplantısında Bakanlar Komitesi Türkiye'nin yine adım atmadığını tespit etti. Geçmişe dönük tavsiyelerini de hayata geçirmediğini tespit etti ve Türkiye'yi yasasını değiştirmeye davet etti. AİHM’den ihlal kararı aldıktan sonra Bakanlar Komitesi önünde ağırlaştırılmış bu müebbetle ilgili yasalarını değiştiren diğer Avrupa devletlerinin pratiklerine bakmasını önerdi. Türkiye'yi yeniden istatistik paylaşmaya davet etti ve bütün bu yaptığı değişiklikleri izah ettiği bir eylem planı sunmasını istedi. Bunu yapmadığı takdirde de sekretaryasına Türkiye hakkında ara karar oluşturması için talimat verdiğini söyledi” dedi.
‘Umut hakkına dair düzenleme beklentimiz var’
Bakanlar Komitesi’nin diplomatik olarak ciddi bir adım attığını söyleyen Rengin Ergül, “Bakanlar Komitesi'nin en üst prosedürü ihlal prosedürüdür; bir karar ısrarla uygulanmadığında ihlal prosedürü, ihlal prosedüründen sonra ara karar oluşturma prosedürü geliyor. Tabi ki bunlar ciddi yaptırımlar değil aslında diplomatik baskı ve özellikle Avrupa Konseyi'nin önüne taşınma şansı veriyor. Bu açıdan Bakanlar Komitesi diplomatik olarak ciddi bir adım attı. O yüzden Türkiye'nin Eylül 2025'e kadar sadece adım atmakla yetinmeyip ne adım attığını Bakanlar Komitesi'ne bir eylem planı olarak sunması gerekiyor. Türkiye en son Temmuz 2024'te bir eylem planı sunmuştu ve bu Temmuz 2024'teki eylem planında daha önce söylediği ve diplomatik bir dille hiçbir şey yapmadığını izah ettiği eylem planlarını tekrar etti. Yeni olarak ‘İnsan Hakları Eylem Planından ve Yargı Reformundan’ bahsediyordu. Türkiye'nin bundan bahsetmesini şu günün koşullarında yorumlarsak, Türkiye'nin yeni yargı paketlerinde ya da yapılacak yeni yasa değişikliklerinde umut hakkına dair bir düzenleme olmasını bekliyoruz” sözlerini kullandı.
AİHM uygulamaları için yasa değişikliği şart mı?
Umut hakkına dair Türkiye'nin AİHM kararını uygulaması için yasayı değiştirmesinin şart olup olmadığının çokça konuşulduğunu fakat ihlalin doğrudan yasayla ilgili değil uygulama usulüyle de ilgili olabileceğini belirten Rengin Ergül şöyle devam etti: “Bütün AİHM ihlal kararlarında ihlale sebep olan şey doğrudan yasanın kendisi olmayabilir, mahkemenin uygulama usulü de olabilir ya da başka nedenler de olabilir. Bütün AİHM ihlal kararlarının sonucunda Türkiye o ihlale sebep olan yasa maddelerini ya da yasasını değiştirmek zorundadır diyemeyiz. Ancak ağırlaştırılmış müebbetle ilgili TMK kapsamında, infaz kanunu kapsamında çeşitli kategorik koşullu salıverme yasakları var ve bu kategorik koşulu salıverme yasakları sebebiyle bazı suçlarda verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ölünceye kadar infaz edilmek durumunda kalıyor ve bu yasada düzenlenmiş durumda. Dolayısıyla ölünceye kadar infazın ortadan kaldırılması için önce yasa değişikliği şart.
Cumhurbaşkanlığı Affı bir mekanizma değil
Bu yasa değişikliğine dair örneğin yasa değişikliği yapmak istemeyen Türkiye daha önce Bakanlar Komitesi'nin önüne ‘Cumhurbaşkanlığı Affını’ bir çözüm gerekçesi olarak sundu. Ancak AİHM hem Öcalan 2 kararında hem de başka kararlarında ve Bakanlar Komitesi sürecinde de Cumhurbaşkanlığı Af Sistemi’ni bir şartlı tahliye mekanizması olarak görmüyor. Dolayısıyla Türkiye'nin kategorik şartlı tahliye yasaklarını yasasından kaldırması gerekiyor. Kesinlikle atılması gereken ilk adım bu ve bugünkü koşullarda bir yasa değişikliği konuşuluyorken, bir müzakere süreci yürütülüyorken ve zaten 11 yıldır uygulanmayan bir AİHM kararı söz konusuyken Türkiye'nin bu yasa değişikliklerini yapması gerekiyor, bu kararı icra ettiğini iddia edebilmesi için.”
‘Doğrudan baskı olabileceğini düşünmüyorum mücadele edilmeli’
Türkiye’nin verilen süreci içerisinde değişiklik yapmadığı taktirde karşılaşacağı yaptırımları ön görmenin mümkün olmadığını belirten Rengin Ergül, Kavala Kararını hatırlattı. Rengin Ergül, “Çünkü devletlere uygulanan yaptırımlar bizim yasalarda bildiğimiz vatandaşlara uygulanan yaptırımlar kadar kesin ve net değil. O yüzden önceden öngörülebilmesi çok kolay değil. Ancak bir örnek var önümüzde örneğin ihlal prosedürü işletilen Kavala dosyası var. Çok daha basit aslında, Kavala’nın derhal tahliyesi isteniyor AİHM kararı doğrultusunda. Çok daha yapısal bir değişiklik gerektirmeden hemen yapılabilecek ve yoruma açık olmayan bir karar. Bunu uzun bir süre uygulamadığı için Türkiye hakkında ihlal prosedürü uyguladı Bakanlar Komitesi. Ancak o ihlal prosedürü sonrası Avrupa Konseyi’ne baktığımızda Türkiye'ye herhangi bir yaptırım uygulandığını göremiyoruz. O yüzden Türkiye bu dosyalarda özellikle Öcalan 2 kararını içeren dosyalarda Avrupa Konseyi’nde doğrudan bir baskı uygulanacağını düşünmüyorum ama tabi her zaman hukuken tüketilmesi gereken yolları tüketmemiz gerekiyor. Bu AİHM kararıysa o aşamada, sonrası da Bakanlar Komitesi ise o aşamada ancak bu bizim tükettiğimiz ve aldığımız kararların hayata geçmesi biraz da siyasal mücadele ile devam ettirilmesi gerekiyor. Bu Avrupa Konseyi’ndeki siyasal mücadelelerin de aslında daha yüksek bir yerden daha yüksek bir performansla yapılması gerekiyor. Hem bizim parlamenterlerimizin hem de Avrupalı parlamenterlerin bu kararların takibini daha sıkı yapması gerekiyor. Ancak o zaman doğrudan Türkiye'ye bir yaptırım söz konusu olabilir” diye konuştu.
’11 yıldır uygulanmayan kararı uygulamak zorunda ayrıcalık talep etmiyoruz’
Türkiye’de başlatılan süreç eksenli gündeme gelen “infaz reformu” adımlarına ilişkin ise Rengin Ergül şunları belirtti: “ Türk hükümetinin Bakanlar Komitesi’ne sunduğu eylem planında kendileri yeni yargı sürecini bir çözüm olarak öne sürüyorlar. Eğer bunu çözüm olarak öne sürüyorlarsa umut hakkına dair düzenlenme yaptıklarını taahhüt altına almış oluyorlar. Zaten umut hakkına dair düzenleme yapmak zorundalar. 11 yıldır uygulanmayan bir AİHM kararı var. Türkiye sözleşmeye taraf olduğu sürece Avrupa Konseyi çatısı altında kaldığı sürece zaten bu kararları uygulamak zorunda. Tabi ki bu zorundalığı denetleyen bir zor gücümüz yok ama Türkiye bu kararlara uymak zorunda. O yüzden umut hakkına dair bir değişiklik yapması gerekiyor ve kendileri de komiteye bunu taahhüt ettiler yeni yasa süreçlerinde umut hakkının da olabileceğine dair en azından dolaylı olarak bu anlam çıkıyordu eylem planlarından.
Ama şimdi Türkiye'de genel olarak bütün süreçler çok yanlış yorumlanıyor. Şu an yürütüldüğü iddia edilen müzakere süreci de çok yanlış yorumlanıyor ve yasa yapım süreçleri de. Şimdi biz Türk hükümeti ile bir pazarlık yapmıyoruz. Bir ayrıcalık talebimiz de yok. Yasa maddelerinde daha doğrusu yasaların bütününde kangrenleşmiş konular var. Hem Türkiye demokrasisi açısından hem de daha alt başlıklarda infazda adalet, infazda eşitlik gibi ilkeler bakımından Türkiye yasalarında zaten değiştirilmesi zaruri olan maddeler var. Hatta ‘Terörle Mücadele Kanunu’ gibi kanunların tamamen kaldırılması gerekiyor. Ceza Kanunu’nun revize edilmesi gerekiyor. İnfaz Kanunu’nun kesinlikle revize edilmesi gerekiyor. Bu Türkiye demokrasisi açısından bir ihtiyaç. Bu ne müzakere sürecinin bir pazarlığı ne de herhangi bir grubun kendisine talep ettiği bir ayrıcalık.”
İnfaz Kanunu’ndaki sorunlar
“Şimdi hasta mahpuslara dair İnfaz Kanunu 16, mesela İnfaz Kanunu 16. Maddenin kesinlikle değiştirilmesi gerekiyor. Tek resmi bilirkişilik kurumu olarak ATK'nin belirlenmesi, ATK sürecini bekleyen orada yığılan başvurulara sebep oluyor” diyen Rengin Ergül, “ATK’nin tarafsız ve objektif olmayan raporları sebebiyle sürekli ‘cezaevinde kalabilir’ raporu alan bir sürü hasta mahpusu görüyoruz ya da Adli Tıp’tan bir şekilde ‘cezaevinde kalamaz’ raporu aldığı halde bu sefer Cumhuriyet Savcılıklarının çeşitli kamu güvenliği gibi gerekçelere dayandırarak infazını ertelemediği hasta mahpusları ve cezaevinde yaşamını yitiren hasta mahpusları görüyoruz. Burada İnfaz Kanunu 16'nın değiştirilmesi için herhangi bir müzakere sürecine ihtiyaç yok. Yine İnfaz Kanunu Madde 25 örneği. İnfaz Kanunu’nun başka maddelerinde kategorik koşullu salıverme yasakları var. İnfaz Kanunu 25'te ise doğrudan ağırlaştırılmış müebbetler için infaz erteleme yasağı var. Hastalık halinde dahi ağırlaştırılmış müebbetlerin infazı ertelenemez diyor. İnfazına kesin suretle ara verilemez diyor.
Abdülkadir Kuday cezaevinde yaşamını yitiren bir ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsüydü ve Adli Tıp Kurumu’nun cezaevinde kalamaz raporu aldığı halde İnfaz Kanunu Madde 25 sebebiyle Abdülkadir Kuday tahliye edilmiyordu ve cezaevinde yaşamını yitirdi. Burada devletin doğrudan Abdülkadir Kuday'ın yaşam hakkı ihlalinde sorumluluğu var. Doğrudan failidir burada. Dolayısıyla kendi failliğini ortadan kaldırmak için bu maddeleri değiştirmesi gerekiyor. Bu ne bir müzakere sürecinin pazarlık maddesidir ne de herhangi bir grubun kendisi de talep ettiği ayrıcalıktır. Bunların kesinlikle değiştirilmesi gerekiyor” sözlerini kullandı.
‘TMK üzerinden inşa edilen istisna rejimi vardı artık herkesin sorunu’
Adalet Bakanlığı görüşmesinde ele alınan “Terörle Mücadele Kanunu”na ilişkin sorunlara da değinen Rengin Ergül, TMK’nın istisnai yargılamalara sebep olarak, Kürtler üzerinde işletildiğine dikkat çekti. Rengin Ergül, “TMK kapsamında dönem dönem iyileştirilmeler yapılsa da Kürt siyasi mahpuslar her zaman kapsam dışı bırakıldı. Bu konuda Anayasa Mahkemesi'nde yapılan başvurularda hiçbir zaman infazda eşitlik bakımından ihlal kararları çıkmadı. Dolayısıyla TMK üzerinden inşa edilmiş bir istisna rejim var. TMK öncesi de Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürtlere uyguladığı istisna rejimi var tabii ki. Ama TMK'yle artık 90’lardan bu yana inşa edilmiş bir rejim var ve bu rejim bugün artık Saraçhane eylemlerinde hayatında ilk defa eyleme katılan Türk gençlerini de kapsayacak noktaya geldi. İstisna hali artık olağan hale geldi. O yüzden TMK'nın kesinlikle kaldırılması gerekiyor. TMK kapsamındaki suçlar bakımından bir kere infazda eşitlik ve infazda adalet her seferinde ihlal ediliyor. Yine TMK kapsamındaki suçlarda yargılama usulü bakımından sürekli istisna bir rejim ve daha katı bir yargılama rejimi uygulanıyor. Hem Anayasa önünde eşitliği ortadan kaldıran uygulamaları hem de infazda eşitliği ortadan kaldıran yasa maddeleri ve uygulamaları sebebiyle TMK'nın kaldırılması gerekiyor. Ancak şöyle de bir sorun var; TMK kapsamında infaz edilen cezalar var. Biz sadece geleceğe dönük iyileştirmelerden bahsetmiyoruz. Türkiye’nin yasalarında geçmişe dönük de, yani şu an cezaevinde yargılanmakta olan ya da cezası kesinleşmiş olan mahpuslar bakımından da değişiklik gerekiyor. Bu yüzden de TMK'nın kaldırılması ve TMK sebebiyle geçmişe dönük olarak yaratılmış mağduriyetlerin giderilmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
‘İGK sorunun analiz etmek gerekiyor’
“Hükümetin nasıl bir yasa hazırlığı yaptığını bilmiyoruz. Bazen basına yansıyor ancak müzakere sürecinin doğası gereği hükümetin bu yasa taslağını Meclisteki diğer siyasi partilerle, sivil toplum örgütleriyle ve basınla paylaşması gerekiyor” diyen Rengin Ergül, dikkatli ve hazırlıklı olunması gerektiğini söyledi. Rengin Ergül şöyle devam etti: “ Şunu öngörebiliyoruz; İdari Gözlem Kurullarının şartlı tahliye mekanizması olarak ağırlaştırılmış muhabbetler için de önerileceği bir mekanizma olabileceğini tahmin ediyoruz. Çünkü 2020’de yapılan değişiklikle ‘iyi hal’ konusundaki yetki İGK’lere bırakılmıştı. Ağırlaştırılmış müebbet açısından da eğer iyi hal üzerine şartlı tahliye imkânı gelirse buna karar verecek merci İGK olabilir yine. Eğer böyle olacaksa şimdiden sorunu analiz etmek gerekiyor. İGK’lerin cezaevi personellerinden oluşan yapısı bir kere doğrudan bağımsızlığını ortadan kaldırıyor. Bugüne kadar verdikleri kararlara dönüp baktığınızda kesinlikle objektif kriterlere dayalı kararlar değil, önceden öngörülebilir kriterlere dayalı kararlar değil ve bu konuda Yargıtay’ın da bu yönde aldığı kararlar var.
‘Hazırlığımız olmalı’
Dolayısıyla İGK’nın yapısının bir çözüm merci olmadığını gösteriyor. AİHM umut hakkına dair dair çerçeveyi çizerken önce cezanın gözden geçirilmesinin yasal olarak mümkün olması gerektiğini söylüyor. Türkiye'de bu yok. İlk kriz burada çıkıyor. Sonra cezanın gözden geçirilmesinin de facto olarak mümkün olması gerektiğini söylüyor. Ve üçüncüsünde de mahpusun usulü güvencelere sahip olması gerektiğini söylüyor. Şimdi İGK’ler mahpusun usulü güvencelere sahip olmadığı ve ileride de facto engel oluşturacak mekanizmalar. Buna dair bizim hazırlıklı olmamız gerekiyor. Eğer hükümetin planı İGK’yi bir çözüm merci olarak sunmaksa, şu anki yapısı kesinlikle bir çözüm merci değil. Mahpusun usulü güvencelerinin olmadığı, önceden öngörülebilir objektif kriterlerin olmadığı, cezaevi personelinden oluşan bağımsız ve tarafsız olmayan bir yapı bu nedenle bir çözüm mekanizması değil. Sivil toplumunda siyasi partilerin de bu konuda hazırlığının olması gerekiyor.”