Manşette ölüm, ekranda teşhir

  • 09:03 15 Haziran 2025
  • Medya Kritik
 
Derya Ceylan             
 
HABER MERKEZİ - Katliamların, cenazelerin ve haykırışların teşhir edildiği haberler artık insanları bilinçlendirmiyor; tam tersine şiddeti sıradanlaştırıyor. Medya, yaşamı değil ölümü gösteriyor. En dramatik kareyi manşete taşıyor, vicdanı değil reytingi büyütüyor. Oysa gerçek habercilik, acıyı teşhir etmek değil, sorgulamak ve anlatmaktır.
 
Medya, topluma haber vermek için var. Ancak özellikle son yıllarda haber bültenlerinde, internet sitelerinde ve dijital medya platformlarında karşılaştığımız katliam haberleri, haberciliğin vicdani çizgisini aşmış durumda. Bu haberlerde kullanılan fotoğraflar ve videolar, çoğu zaman haberin kendisinden çok daha fazla dikkat çekiyor. Katledilen insanların bedenleri, parçalanmış cenazeler, gözyaşları ve acı çeken yüzler... Üstelik tüm bu görüntüler, çoğu zaman sansürsüz ve hiçbir etik kaygı gözetilmeden ekranlara taşınıyor.
 
Medyanın gerekçesi: Halkın gerçeği bilme hakkı
 
Medya organları, "halkın gerçeği bilme hakkı" söyleminin arkasına saklanarak, aslında reyting ve tıklanma uğruna bu görüntüleri yarıştırıyor. Çünkü biliyorlar ki; en çok izlenen, en çok konuşulan haberler, insanların vicdanını sarsacak kadar sert olanlar oluyor. Ancak burada kimse şunu sormuyor: Peki bu görüntüler yayınlandıktan sonra ne değişiyor? Ne şiddet bitiyor, ne de bir çözüm geliyor. Aksine toplum, bu görüntülere bakmaya alışıyor, daha fazlasını istemeye başlıyor.
 
İnsanların acı eşiği yükseliyor. Gözümüzün önünde yaşanan vahşet, bir süre sonra sıradan bir görüntüye dönüşüyor. Sanki bir savaş filmi izliyormuşuz gibi izliyoruz. Haberle bağ kurmak yerine, sadece bir anlık şok yaşıyor, sonra hızla başka görüntülere geçiyoruz. Bu da şiddetin normalleşmesine ve duyarsızlaşmaya yol açıyor.
 
En acı görüntüler tercih ediliyor
 
Televizyon ekranlarında, internet haber sitelerinde ve dijital medya akışlarında dönen bu görüntüler, insanlarda bir noktadan sonra duygusal bir bağışıklık yaratıyor. Başlarda şok eden, isyan ettiren o kareler, zamanla sıradanlaşıyor. İnsanlar artık "kaç kişi ölmüş" diye bakar hale geliyor, "neden öldü" sorusunu sormuyor bile. Çünkü medya, haberi derinlemesine vermek, nedenleri sorgulatmak yerine, sadece en kanlı, en acı görüntüleri servis ederek kolay yolu seçiyor.
Bu tercih, hem haberciliğin niteliğini düşürüyor hem de izleyicinin olaylara karşı empati geliştirmesini engelliyor. Olayların ardındaki insan hikâyeleri yok oluyor. Ölen kişi artık yalnızca bir istatistiğe dönüşüyor.
 
Geriye ne kaldı?
 
Medyanın bu sistemi, toplumu bilinçlendirmek yerine adeta bir kısır döngünün içine hapsediyor. Özgür basın, muhalif medya ya da havuz medya fark etmiyor; hepsinin ortak noktası, şiddet haberlerinin getirdiği tıklanma ve izlenme kaygısı oluyor. Medya, sürekli olarak daha fazla şiddet yayıyor ve bu durum toplumda zamanla normalleşiyor. İnsanlar, şiddeti hayatın doğal bir parçası gibi görmeye başlıyor. Öyle ki artık kadın katliamları haberlerinde bile "nasıl öldürüldü?" detayı konuşuluyor. Katliamlar teknik olarak analiz edilirken, yaşamını yitiren kişinin kim olduğu, nasıl bir hayat sürdüğü, neleri başardığı tamamen unutuluyor. O insan sadece bir rakama, bir görsele dönüşüyor; geriye kalan ise sadece şiddetin soğuk istatistikleri oluyor.
 
Bu da hem toplumsal hafızanın hem de vicdanın körelmesine neden oluyor. Oysa habercilik, bu hafızayı diri tutmakla sorumlu değil midir?
 
Belleğe kazınan fotoğraflar
 
Medya, farkında olarak ya da olmayarak, kitleleri yönetiyor. Çünkü görsel içerikler, yazılı metinden çok daha güçlü bir etki bırakıyor. Bir fotoğraf, bir video insanı anında etkileyip, belleğe kazınabiliyor. İşte tam da bu yüzden medya, acı görüntülerle izleyiciyi, okuru ekrana kilitlemenin yolunu bulmuş durumda. Çünkü bu sistem onlara hem tık hem de para kazandırıyor.
 
Medya bunu neden yapıyor?
 
Ancak sormamız gereken çok önemli bir soru var: Medya bunu neden yapıyor? Gerçekten haber yapmak için mi, yoksa bu görüntüler üzerinden bir ticari kazanç mı elde ediyor? Cevap ne yazık ki ortada. Bugün neredeyse tüm medya organları haberi yaparken ilk olarak "bu izlenir mi?" diye soruyor. "Bu fotoğraf paylaşılır mı?" endişesiyle yola çıkıyor. Hiç kimse "Bu görüntü ölenin ailesine ne yapar? Bu kareyi gören bir çocuk ne hisseder?" diye düşünmüyor. Çünkü insan hayatı, medya için bir meta haline gelmiş durumda.
 
Yaşamını yitirenleri tanımıyoruz bile
 
En tehlikelisi de şu ki; bu habercilik anlayışı toplumun şiddete alışmasını sağlıyor. Her gün gözümüzün önüne serilen cenazeler, kanlı sahneler, yıkılan şehirler... Bir süre sonra tüm bunlar, hayatımızın olağan bir parçası haline geliyor. Şiddeti izleyip geçiyoruz, yaşamını yitirenleri tanımıyoruz bile. Biz unuttukça medya daha fazlasını getiriyor karşımıza.
 
En dramatik kare manşete taşınıyor!
 
Oysa gazeteciliğin özü, haber vermek, olayın perde arkasını araştırmak, toplumu bilinçlendirmektir. Bir olayı sadece acı fotoğraflarla, katliam görüntüleriyle anlatmak değil. Asıl iş, "Neden oldu? Nasıl engellenir?" sorularını sormaktır. Ancak medya bu soruları sormak yerine, en kolayına kaçıyor. En dramatik kareyi bulup, onu manşete taşıyor. Bu şekilde acı bir döngü başlıyor.
 
‘Hangisi daha fazla ses getirir’ telaşı
 
Haber kanalları, dijital medya platformları ve haber siteleri artık vicdanı değil, tıkı ölçüyor. Hangisi daha fazla ses getirirse, o habere daha fazla yer veriliyor. Bir kadının ya da bir çocuğun direnişi asla o reytingi getirmiyor. Ama bir cenaze fotoğrafı, sansürsüz bir ölüm anı... İşte onlar milyonlarca izleniyor. Medya da bunu bildiği için, haberciliği buradan yürütüyor.
 
Haber vicdanla yapılır
 
İşte tam bu noktada hatırlatmak gerekir: Haber vicdanla yapılır. Oysa gerçek habercilik böyle olmamalı. Haber, insan onuruna saygı göstererek yapılmalı. Acıdan beslenmek, insanları yaralamak değil; doğruyu göstermek, çözüm aramak için var olmalı. Medya, yaşamını yitirenleri teşhir etmeyi bırakıp, yaşarken mücadele eden insanların hikâyelerini anlatmalı. Çünkü gazeteciliğin birinci kuralı şudur: "Haber vicdanla yapılır."
 
Travmayı sadece göstermekle kalmıyor, yeniden üretiyor
 
Dahası, medyada çocuklara yönelik cinsel suç haberlerinde bile teşhir sınırları sık sık aşılabiliyor. Örneğin Evrensel gazetesinde yayımlanan bir haberde, bir okul müdürünün 15 öğrencisine yönelik cinsel saldırı iddiası yer alıyor. Ancak haberde çocukların yaş aralıkları, cinsiyetleri, bulundukları okul ve isimlerinin baş harfleri gibi birçok kişisel detay da açıkça paylaşılmış. Benzer biçimde NTV’de yayımlanan bir başka haberde, okul servis şoförünün bir çocuğa yönelik cinsel saldırısı işlenirken yine çocuğun cinsiyeti, yaşı, bulunduğu çevre ve dava süreci detaylandırılmış. Bu tür haberlerde çocuğun kimliği gizleniyor gibi görünse de, verilen bilgiler bir araya geldiğinde çocuğun sosyal çevresinde tanınabilir olması mümkün hale geliyor. O çocuk, yıllar sonra bu haberle yüzleştiğinde tekrar tekrar yaralanabiliyor. Medya, failin suçunu görünür kılmaya çalışırken çocuğun geleceğini ihlal ediyor. İşte bu da medyanın teşhirci yaklaşımının bir başka boyutu: travmayı sadece göstermekle kalmıyor, yeniden üretiyor.
 
‘Gazze'deki çocuk’ bir manşet değil, bir hayat
 
Benzer şekilde, 14 Haziran 2025’te Gazze’de Amerikan destekli yardım merkezlerinin yakınlarında vurulan en az 35 Filistinli çoğunluğu kadın ve çocuk, Reuters ve AP News tarafından görsel ve video destekli “son dakika” haberleriyle servis edildi. Gıda dağıtım noktalarında vurulan sivillere ait videolar, “yardım kuyruklarında beklerken saldırı” gibi dramatik başlıklarla medyada öne çıktı. Aynı şekilde haziran ayı içinde Gazze’deki okul ve hastane sığınaklarına yönelik saldırı görüntüleri bebek ve çocukların yer aldığı kareler de dâhil olmak üzere tekrar tekrar ekranlara taşındı. Bu yayınlar, medya etiğini bir kenara bırakıyor; şiddeti teşhir ederken “neden şiddet oluyor?”, “siviller nasıl korunabilir?” gibi önemli soruları gölgeliyor.
 
Ya o ekrandaki cenaze yakınlarımızdan biri olursa?
 
Bugün hepimiz şu soruyu kendimize sormalıyız: Bir gün o ekranda gördüğümüz cenaze, bizim yakınlarımızdan biri olursa ne hissederiz? Bir annenin, babanın, kardeşin acısını milyonlara göstermekten utanmaz mıyız? İşte bu yüzden medya artık kendine çeki düzen vermeli. Katliamı göstermek değil, anlamlandırmak ve nedenlerini sorgulamak önemlidir. Acıyı teşhir ederek değil, nedenlerini sorgulayarak gazetecilik yapılmalı. Çünkü unutmayalım; toplumun vicdanı medya ile şekillenir. Biz bu vicdanı kaybedersek, hepimiz kaybederiz.